6 Kasım 2024, Çarşamba - 22:39

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

Ercan Kesal: “Sinema unutmaya izin vermiyor”

Tarih: 08 Aralık 2017

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 302

Gezici Festival’in 23. yolculuğunun Ankara ayağında Ercan Kesal’la festival çerçevesinde edebiyat ve sinemayı konuştuk. Sinemanın temel meselesinin hikâye ve senaryo olması gerektiğini vurgulayan Kesal, “Daha iyi filmler çekmek için daha çok okumalıyız, daha fazla izlemeliyiz” dedi. Kesal, sinema, edebiyat ve yaşam üzerine  GÖRÜNÜM’ün sorularını yanıtladı.

Oyuncu, senarist, yazar, şair,  doktor… Ercan Kesal sanatın pek çok dalında nitelikli ürünler veriyor. Son dönemde hem oyunculuğu hem de yazarlığıyla tüm dikkatleri tekrar üzerine çeken Kesal, aynı zamanda Gezici Festival’e seçki hazırladı. Gezici Festival’in 23. yolculuğunun Ankara ayağında Ercan Kesal’la festival çerçevesinde edebiyat ve sinemayı konuştuk. Sinemanın temel meselesinin hikâye ve senaryo olması gerektiğini vurgulayan Kesal, “Daha iyi filmler çekmek için daha çok okumalıyız, daha fazla izlemeliyiz” dedi. Kesal, sinema, edebiyat ve yaşam üzerine  GÖRÜNÜM’ün sorularını yanıtladı.

Gezici Festival bu sene 23’üncü yaşını kutluyor ve yıllardır istikrarla kendi izleyici kitlesini oluşturarak yolculuğuna devam ediyor. Festivalin bu gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok olumlu buluyorum. Çünkü bu işler giderek daha zor yapılır hale geldi. Festivaller tek başına gönüllülük esasıyla yürümüyor, sponsorlar lazım. Kültür Bakanlığı başta olmak üzere birçok kurumun festivali desteklemesi lazım, yoksa bu filmler bu kadar kaliteli bir biçimde izleyiciye ulaşamaz. Bu işi Ahmet Boyacıoğlu ve Başak Emre yıllardır gönüllülük esasıyla yürüttüler. Bu vesileyle Ahmet Boyacıoğlu beni aradığında en azından onların gösterdiği bu çabaya destek olabilmenin de mutluluğunu yaşadım. Keşke festivaller daha da çoğalsa, kalıcı hale gelse ve birbirimizle daha çok iletişim halinde olsak… Mesela festivaldeki filmlerden Öldürme Üzerine Kısa Bir Film Ankara’da en son 2003 yılında gösterilmiş, yeniden görebilmek için 14 yıl beklemişiz…

Öldürme Üzerine Kısa Bir Film demişken son zamanlarda Krzysztof Kieslowski filmleri çok revaçta. Siz de seçkinizde yer vermişsiniz. Kieslowski filmlerinin yeniden izlenmeye başlamasını neye bağlıyorsunuz?

Kieslowski, “Ben sokaktan eve gelip, evinde tek başına bu dünyayı ve kendi başına gelenleri düşünen insanların filmini çekmek istiyorum’’ der. Sinemasına hâkim olan duygu bu. Acaba bu post-modern çağda, hepimizin yalnızlaştığı, tek başına kaldığı, sıkıştığı bir çağda, “Onun filmleri panzehir mi?” diye düşünüyorum. Kieslowski’nin filmleri seyircisine kendi çağıyla bir yüzleşme, bir hesaplaşma fırsatı sunar… Öldürme Üzerine Kısa Bir Film’i burada yeniden izledim ve hala ne kadar güncel olabildiğini düşündüm. Filmin dünyasını oluşturan o toplu konutlar… Yalnız ve sıkıntılı Polonyalılar… Varşova’nın sarı kirli havası. Bir de onun sineması edebiyatla da iç içe. Kieslowski, etkilendiği ustalardan bahsederken Camus, Dostoyevski, Kafka’yı filan sayar. Yaptığı bir röportajda gazeteci, “Ama bunlar yönetmen değil ki” diyor. O da gazeteciye, “Tamam ama ben bunlardan öğrendim sinemayı ve sinemamı bunlarla yapıyorum” diye cevap veriyor. Edebiyat bir yönetmen için çok önemli. Bizdeki iyi örneklerden biri de Yılmaz Güney’dir. Güney, iyi bir sinemacı olmasının yanı sıra çok iyi bir edebiyatçıydı da.

Ercan Kesal, Bir Zamanlar Anadolu’da filminde muhtar rolündeydi.

Yılmaz Güney’in sinemadaki başarısını edebiyatçı olmasına mı bağlıyorsunuz?

Yılmaz Güney 1970’li yıllarda bir romanıyla Orhan Kemal Roman Ödülü’nü almıştır. Edebiyatçı tarafı en az sinemacı tarafı kadar güçlüdür. Yol filminde, Sürü filminde kamera arkasında Zeki Ökten ve Şerif Gören vardı ama hemen herkes bu filmleri Yılmaz Güney’le birlikte ifade eder. Neden? Senaryoları Yılmaz Güney’e aittir de ondan. Senaryo filmin ruhuna sızar çünkü, filmi gizlice yönetir.

Yeniden festivale dönersek, seçkinizin temasını “adalet ve vicdan” olarak belirlediniz. Bunun sebebi nedir? Hangi etmenler sizi etkiledi?

İnsanın ezeli ve ebedi meselesi bence “adalet ve vicdan”dır. Sinema da insanla derdi olan bir sanat. Bütün bunların dışında benim derdim de aynı. Kendi yazdıklarımda, oynadığım, seçtiğim filmlerde, karakterle ilgili derinleşme yaşarken peşine düştüğüm temalar hep “adalet ve vicdan” oldu. Bu yüzden seçkiyi böyle bir tema etrafında oluşturmaya çalıştım.

Bugün yaşadığımız dünyanın da bunda etkisi var mı? Özellikle son söyleşilerinizden birinde modernitenin çöktüğünü söylüyorsunuz. Artık dünyanın kötü bir yer haline geldiğini ve kurtuluşun bilgeliğe dönüşte olduğunu söylüyorsunuz.

“Modernite çöktü bilgeliğe geri dönelim” diye bir başlık atmışlar. O başlık biraz kötü bir özetin sonucu aslında. Böylesine kesin bir yargı bu kadar kolay söylenemez. Ancak şunu söyleyebilirim: İnsanlığın bugün bulunduğu hal iyi bir hal değil. Bu yüzden yeniden çok iyi bildiğimizi zannettiğimiz şeyleri, peşinen kabul ettiğimiz olguları cesaretle tartışmalıyız.

Belki de ihmal ettiğimiz şey bilgelik. Bilgelikle kuşanmayan bir bilginin soğuk, duyguları ve sezileri hiçe sayan, insana yabancı bir niteliği olduğunu düşünüyorum. Özellikle aydınlanmayla birlikte insanlık ileri bir uygarlık düzeyine ulaşarak bütün kötülüklerden azade müreffeh, barış içinde toplumların yaşadığı bir gezegen hayal etmişti ama olmadı işte! Bu olmadıysa doğru kabul ettiklerimizde bir şey var demektir. Dönüp onlara bakalım anlamında söyledim. Modernitenin çöküp çökmediği konusunda bu kadar kesin bir şey söyleyemem ama ciddi sorunlar taşıdığını ve ihmal ettiğimiz bilgeliğin yeniden kıymetlendirilmesi gerektiğini söyleyebilirim.

Dünya sinemasıyla karşılaştırdığınızda Türkiye sinemasının son durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Temel sorunlar var, bunlar sadece bize ait sorunlar da değil. Artık film çekmek daha kolaylaştı. Popüler sinema, ana akım sinema benim de içinde yer aldığım bağımsız sinemaya nazaran elbette çok daha şanslı. Arthouse sinemanın sıkıntıları ise hala çok fazla. Yapım sorunları her zaman en büyük problem. Diyelim filmi yapıp çıkardınız, salon bulamıyorsunuz. Salon buldunuz seyirci bulamıyorsunuz. Giderek kendiyle baş başa kalmış, kendi kendine yaptığı işi tartışan gruplar haline gelme tehlikesi de var. Bunu aşmalıyız. Bunun dışında çok temel bir sorun var ki o da senaryo. Dünya sinemasında da Türkiye sinemasında da sinemanın temel meselesinin hikâye ve senaryo olduğunu biliyorum. Belki edebiyatla daha fazla hemhal olmalıyız. Edebiyatçıları da sinemanın içine katmalıyız.

Son dönemde Türkiye sinemasından beğendiğiniz bir yapım var mı?

Birini söylesem diğerini unutmuş olurum ama sinemamızda iyi filmler, iyi yönetmenler hep olagelmiştir. Ne çekeceğini merakla beklediğim birçok yönetmenimiz var iyi ki! Onların bu dediğim anlamda kendi sinemalarını, kendi filmografilerini de yavaş yavaş sağlam bir biçimde ördüklerini biliyorum. En azından onlarla bir şekilde senaryo ya da oyunculuk süreçlerinde birlikte olmaya çalışıyorum. Ümitliyim ben.

 “İnsanın ilk kez zamanı durdurma, yeniden yaratma ve isterse ona geri dönme olanağına kavuşması sinemaya özel bir güç bahşediyor” demişsiniz. Bu cümleyi biraz açar mısınız?

Zaman elimizden kayıp giden bir şey. Sahip olamayacağımız tek şey. Her şeye sahip olabilirsin ama geçirdiğin zamanı geri çevirmeye gücün yetmiyor. Bunu yapabilen bir sanat dalı var; o da sinema. Sinema zamanı mühürlüyor ve yeniden bize onu değerlendirme, seyretme, bakma, düşünme, hayal etme, o kaybedilmiş zaman parçasına yeniden sahip olma şansı tanıyor. Bu çok kıymetli bir şey. Sanki zamanı peliküllerin üzerine hapsediyor. Biz onu onlarca, yüzlerce, binlerce kez izleyerek tekrar o zamana sahip olabiliyoruz, bunu sinema sağlıyor. İnsanın da vicdanı, bilinci zamanla oluşan bir şey. Sinema insanın unutmasının ve böylece kendine ve dünyaya ihanet etmesinin önüne geçiyor. Çünkü hatırlamak unutmayı bozan bir şey. Sinema unutmaya izin vermiyor, bu yüzden çok kıymetli.

Türkiye sinemasında metaforları çokça görmeye başladık. Bir sinema dili haline gelmeye başladı. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?

Zor dönemler sanatçının da yeni yollar aradığı, yaratıcılığını kamçılayan dönemlerdir. Metaforlar bunun için başvurulan bir yöntem, doğrusu ben zenginleştirdiğini düşünüyorum. Sadece sinema da değil ki, her şeyi metaforlarla ifade etmeye alışkın bir toplumuz. Doğu toplumlarında hep imayla konuşulur, hep bir şeylerin arkasına saklarız. Kıssayla hisseyle anlatmaya çalışırız, doğrudan söylemeyiz. Metaforlar o yüzden çok işe yarar. Pazarda bile salatalığı satarken badem metaforuyla satarlar. ‘’Salatalığım çok taze, güzel’’ demez de ‘’salatalığım badem’’ der. Ben bunu satıcının farkında olmadan sunduğu bir metafor gibi düşünüyorum. Sana bir şeyi başka bir şeyle tarif ederek senin gerçek manada onu anlamanı ve vakıf olmanı sağlıyor, metafor bu aslında.

Edebiyat, hekimlik, senaristlik, oyunculuk gibi pek çok alanla uğraşıyorsunuz. Bu durum sanat hayatınızı nasıl etkiliyor?

Bu bir yolculuk. Eninde sonunda yaşama sanatı denen bir büyük sanat var. Yaptıklarımızın hepsi ona hizmet etmekle mükellef. Ne yaparsanız yapın iyi yaşamak için, bu hayatın hakkını vermek için yapıyorsunuz. Ün, şan, şöhret, nam peşinde koşarsanız bunların hepsi çöp zaten. İnsan dünyada daha iyi, daha hayırlı bir yere sahip olmak için yaşar ve bunlarla uğraşır. Bu yüzden yaptığımız iş, iyi bir ayakkabı tamircisinin işinden ayırt edilmemeli aslında. İşini çok iyi yapan bir ayakkabı ustası, işini iyi yapan bir yönetmenden farksızdır. Bu yüzden çok acayip anlamlar yüklemek yerine, “bizi ne kadar besledi, bizi ne kadar değiştirdi, bizi ne kadar olgunlaştırdı” diye düşünmeliyiz.

Sinema sektöründe çalışmak isteyen gençlere ne tavsiye edersiniz?

Kitap okusunlar ve çok film seyretsinler. Hiçbir oyunculuk ya da sinema eğitimi almadım. Senaryo yazdım ama edebiyatçı kimliğimle yazdım. Edebiyattan başka size yol gösterecek bir şey yok. Çok okuyacaksınız.

Biri beni aradı geçenlerde, çok heyecanlı, “Ben oyuncu olmak istiyorum” diyor. O kadar tutkuyla söylüyor ki. “Şahane, çok doğru bir başlangıç” dedim. Sadece meraktan, “En son benim hangi filmimi seyrettin?” diye sordum. “Abi kusura bakma hiç birini izlemedim” dedi. İnsan sadece birazdan biriyle konuşacağı için bile onun bir filmini izlemeli değil mi, ama yok işte! Bu emek isteyen bir şey. Oyuncu, senarist, ya da yönetmen… ne yapmak isterlerse istesinler, çok fazla film izleyecekler. Hem de analitik seyredecekler, öyle seyrettim bitti kolaycılığıyla değil. Aralıksız kitap okuyacaklar. Çünkü edebiyatta bütün bu film kahramanlarının karşılığı var.

Üç Maymun’da ki Hacer karakteri Madam Bovary’dir; Yozgat Blues’daki Yavuz, Oblomov’dur; Bir Zamanlar Anadolu’daki Doktor, Puşkin’dir, Lermontov’dur, belki biraz Raskolnikov’dur. Oradaki savcının hikâyesi zaten Çehov’un ‘’Sorgu Yargıcı’’ndaki bir hikayedir. Her şey birbirinden ilham alır her şey birbirini besler. Bütün bunlarla ilgili en büyük yol gösterici de senden önceki ustaların yaptıklarıdır.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/16974
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Ercan Kesal: “Sinema unutmaya izin vermiyor”

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat