‘Akademik sakalla ekrana çıkmam yasaklanmıştı’
Basın Yayın Yüksek Okulu’nu hayatının belirlendiği yer olarak tanımlayan Gürkan Tosun’la medya sektörünün güncel sorunlarını ve Ankara’dan İstanbul’a uzanan hayatı hakkında konuştuk.
Mesleki hayatınızın başlangıcı için neler söylemek istersiniz?
Mesleğe başlamam bir rastlantıya dayanıyor. Bir arkadaşım bana dedi ki, “Ses tonun, çok güzel ve iyi konuşuyorsun. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda kapalı devre radyo yayınları için spikerlik sınavı yapılacak. Katılmanı tavsiye ederim.” Bir şekilde cesaret ettim, girdim sınava ve başarılı oldum. Rıfat Aras önderliğinde bir eğitim aşamasından geçtik. Ardından, Basın Yayın Yüksek Okulu Radyosu’nda sunuculuk yapmaya başladım. Meslek hayatımın amatör kısmı böyle başlamış oldu.
Hangi kuruluşlarda çalıştınız?
Murat Karayalçın başkanlığındaki Ankara Büyükşehir Belediyesi, o dönemde radyo yayınları yapmaya karar verdi ve teknik altyapı olarak da bizim okulun imkânlarını kullanma konusunda adımlar atıldı. Okulun stüdyolarını ve teknik olanaklarını kullanmak üzere yüksekokul yönetimiyle anlaşma sağladılar. O esnada tabii ki yetişmiş, en azından bu mesleğe adım atmış elemanlara ihtiyaçları vardı ve beni de istihdam ettiler. Bu radyo daha sonra Radyo Anki adını aldı. Radyo Anki, o dönemde sadece parklara hoparlör sistemiyle kablolu yayın yapıyordu. Biz bir yandan okulda eğitim alıyorduk, diğer yandan da bu mesleğin duayenlerinden biri olan Jülide Gülizar’dan. Radyo Anki ’de iyi bir mesleki zemin oluşturduğumu düşünüyorum.
Radyo Anki’ den sonra hangi kurumlarda görev aldınız?
Bir gün okulun panosunda İstanbul’da yayın yapacak bir radyo televizyonda görev almak üzere çeşitli birimler için eleman ihtiyaçları olduğu söyleniyordu. İstanbul’a gittim. Büyükşehir belediyesinin radyo televizyonu BRT’de bir sınava tabi tutulduk. Sınavı kazananlardan biri oldum. Ardından da Müşfik Kenter önderliğinde bir kurum içi eğitim söz konusu oldu. Radyo henüz kurulmamıştı, televizyonla başladık ve ilk defa ekrana BRT vasıtasıyla çıkmış oldum.
1990’dan 2011’e kadar yaklaşık 21 yıl bu sektöre emek verdiniz. Çalışma hayatınız boyunca hangi zorluklarla karşılaştınız?
En önemli zorluklardan bir tanesi cinsiyet ayrımcılığıydı. Bir erkeğin ağzından duymak ilginç olabilir. Söz konusu ekran olursa duyulabilir. Bir de yeni, henüz kültürel altyapısı ve kurumsal arka planı oluşmamış bir sektörde elbette ki keyfiyet hüküm sürüyor. Ve keyfiyetle birlikte birtakım yanlışlıklar da söz konusu olabiliyor. Ben, ciddi bir örnek vereyim size: Türkiye Gazetesi Radyo Televizyonu’nda (TGRT) çalışıyorken, dört arkadaş, ara bülten spikerliği yapıyorduk. O dönemde bize ciddi anlamda iyi bir maaş bağlamışlardı. Bize 20 milyon lira maaş veriyorlardı. Bir süre sonra iki erkek spikere yani Faik Uyanık ve bana dediler ki “Siz fazla maaş alıyorsunuz” ve maaşlarımızı 10 milyon liraya indirdiler. Kadın spikerlerinki aynı kaldı. Söz konusu dönemde TGRT’nin genel müdürü Kenan Akın’dı. Gittik, konuştuğumuzda “Beni ilgilendirmiyor. İşe girerken benimle muhatap olmadınız” dedi. İşe bir sınav mekanizmasıyla girdiğimiz için kimseyle muhatap değildik aslında. Yani kazandık ve istihdam edildik. Bize maaş bağlandığında da kimseyle pazarlık yapmış değildik. Yani kadın spikerler 20 milyon lira maaş almaya devam ederken biz 10 milyon lira maaş almaya devam ettik.
Bir de şunu ekleyeyim, örneğin kadın spikerleri gece nöbetlerine yazmıyorlardı. Daha çok Faik’le ikimizi yazıyorlardı. Bu da ciddi anlamda bir cinsel ayrımcılığa işaret ediyor ki, son dönemlerde ben çok muzdariptim.
Bir başka örnek daha göstermek istiyorum. TV8’de yaşadım bunu. TV8 aslında itibar sahibi bir kanaldı. İçeriği kirletebilecek reyting yarışının içine girmemişti. Ardından ekonomik koşulların zorlamasıyla reyting ölçümlerinin içine girilmeye karar verildi. O dönemde ben de dedim ki: “Sahip olduğum o munis, mülayim şahsiyeti değiştireyim ve nevi şahsıma münhasır bir özellikle ekran önünde var olmaya devam edeyim.” Akademik sakal bıraktım. Akademik sakalla ekrana çıkılamayacağına ilişkin hiçbir yazılı kural olmadığı hâlde benim ekrana çıkışım yasaklandı. O dönemde bir ilki gerçekleşterek TV8 hakkında mobbing davası açtım. Mobbing, herkes bilmiyor olabilir, işyerinde psikolojik baskı ve aşağılama anlamına gelir. Sonuç itibarıyla MNG Holding’in sahibi olan Mehmet Nazif Günal’la karşılaştık, konuştuk ve anlaşarak bu işi sonuçlandırdık. Ve TV8’deki yayın hayatım da, profesyonel hayatım da 2011 yılında bu uzlaşmayla birlikte sona erdi.
Sektörde, haber spikerliğinde çalışma koşulları nasıl, ücret politikası nasıl belirleniyor?
Mesleğimin ilk yıllarında yüksek kazançlar söz konusuydu. Çünkü bu konuda nitelik kazanmış çok fazla personel yoktu. Ayrıca bilinen bir sektör değildi ve ciddi paralar yatırılmıştı. O yüzden de işveren, çalışanları ihya ediyordu. Fakat zamanla bu avantaj ortadan kalktı. Yayın kuruluşlarının sayısı arttı, iletişim fakültesi ve buna benzer fakülte ve yüksekokulların mezunlarının sayısı arttı, Türkiye’deki ücret politikaları değişti. Bütün bunlara bağlı olarak bizim sektörde de çok ciddi düşüşler yaşandı.
Ücretle ilintili en önemli kavramlardan birisi çalışma saatleri ve günleri. Bizim meslekte gerçekten çalışma saatleri ve günleri belirsiz. Ben birçok bayramda, resmi tatil günlerinde çalıştım. Hafta sonları da çok çalıştım. Herkesin sosyal ilişkilerine döndüğü, kendi özel hayatına döndüğü, günlük iş yükünün ve stresinin ağırlığından kurtulmaya çalışıp kendisini rehabilite etmeye çalıştığı tatil günlerinde ben, çalışmak zorunda kaldığımı çok biliyorum.
Çalışma saatlerine ilişkin de bazı sıkıntılar var. Onun dışında bahsedilmesi gereken bir konu da zam konusu. Bu sektörde ben şunu gördüm: Asla düzenli zam verilmiyor ve buna mukabil çalışanların yapabileceği hiçbir şey yok. Ne zamanında zam veriliyor, ne de beklentiler karşılanıyor ve zam konusunda memnuniyetsizliğini dile getiren arkadaşlara yönelik olarak kullanılan ifadeyse şu oluyor: “Beğenmiyorsan git. Çünkü arkadan gelenler var.” Zaten Türkiye’de bildiğim kadarıyla televizyonlarda sendikalaşma söz konusu değil. Kaldı ki nefsin ön planda olduğu, rekabetin ön planda olduğu ekran önünde insanların dayanışıyor olduğunu görmek herhâlde bazı mucizelere bağlı. “Dernekler kuralım, dayanışma ortamları ortaya koyalım” denildi, fakat başarıya ulaşılamadı. Çünkü herkes kendisini nasıl pazarlıyorsa, ne kopartıyorsa onunla ilgili bir gerçeklik denklemi oluşturuyordu. Azıyla, eksiğiyle, fazlasıyla buna boyun eğmek zorunda hissediyordu. Herhalde heveslerinin kurbanı oluyordu, ekran önündeki birçok insan. Ben, öyle düşünüyorum.
Sizce yayıncılığın, özellikle de haberciliğin kurumsal sorunları var mıdır?
Var tabii. En ciddi sıkıntılardan bir tanesi aslında kurumsal sorunlar. Haberciliğin kökeni la gazzetantilere dayanıyor. La gazzetanti, Venedik’ten uzak diyarlara gidecek tüccarlara, kervanlara o yöreyle ilgili bilgi satan kişilere verilen isimdir. Çıkış kaynağına baktığımızda, haberciliğin insanların, çevrelerinde olup biten olaylarla ilgili bilgi aldıktan sonra kendilerini hayatın içinde buna göre konumlandırabilmeleri sağlaması görevini temel aldığını anlayabiliyoruz. Daha sonra muhtemelen seyir şu şekilde devam etti: Rakip kervanın, tüccarın satın aldığı la gazzetanti, sefere çıkacak başka kervanın imkânlarını kısıtlayacak şekilde sahte haberler vermeye başladı. Daha sonra la gazzetantiliği kervan sahiplerinin kendileri yapmaya başladı. Dolayısıyla hayatın içinde insanların kendilerini konumlandırabilmek için ihtiyaç duydukları bilgileri, çıkar sahipleri belirlemeye başladı. Yani gerçek ile çıkar sahiplerinin ne zannettirmek istediklerinin zamanla yer değiştirdiğini görüyoruz.
Tüm bu nedenler özellikle de son yıllarda iyice laçkalaştığını düşündüğünüz sektörden tamamen ayrılmanızı mı sağladı?
Velhasılıkelâm, Türkiye’de “Ben ağız tadıyla ve vicdanıma birebir uyarak haber yapmak istiyorum” diyen insanın işi çok zor. Ama şunu da söylemek lazım: Benim gibi insanların payına, şikâyet etmek düşüyor. Fakat bu yetmiyor. Ben, bunu bu yaşımda ancak anlayabiliyorum. Şikâyet etmek, evet yanlışın altını çizmek ve göstermek gerekiyor ama kutsal olan onu değiştirmeye çalışmak. Sanırım psikolojik ve duygusal gücümüz buna yetmiyor. Bundan sonra bu meslekte faaliyet gösterecek insanlara özellikle şunu söylüyorum: Vicdanlarının sesine asla kulaklarını kapatmasınlar. Hangi şart altında olursa olsun kendilerini zayıf hissetmesinler. Onların hayatlarını anlamlı kılacak olan şey, gerçeğe biat etmektir. Şöyle söyleyebilirim özetle, bir yayıncının, bir habercinin temel görevi bütün manipülasyon teşebbüslerini aşarak gerçeğe itibarını iade etmesidir.
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/137
Yol: Ana sayfa » Yazılar » ‘Akademik sakalla ekrana çıkmam yasaklanmıştı’
Bir cevap yazın