Can Dündar: ‘Sansürü içimize yerleştirdiler’
Gazeteci, belgesel yapımcısı ve edebiyatçı olan Can Dündar, gazeteciliğin çabuk reflekslerle yapıldığını, akademisyenliğin ise kuş bakışı bakmayı gerektirdiğini dile getirdi.
Can Dündar, üniversite tercihlerinde ilk sıraya tıp, ikinci sıraya basın-yayın yazmıştı. İçinden gelmeyerek yazdığı tıp tercihinin gerçekleşmemesine sevinmişti. Hiç istemesek bile başa tıp yazmak diye bir âdetimiz olduğunu dile getiren Dündar, “ Anne ve babalar öncelikle çocuklarının doktor olmasını isterdi. Tıbbı çok istemiyordum ve olmamasına da sevindim” şeklinde konuştu.
Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda başlayan öğrencilik yılları Can Dündar‘a şimdi geleceği noktanın ipuçlarını veriyordu. Üstelik okuduğu yıllar, 12 Eylül dönemiydi ve ilk ödülünü bir işkence haberiyle almıştı. Sadece okuyarak değil aynı zamanda çalışarak gazeteci olunması gerektiğini ifade eden Dündar konuşmasına şöyle devam etti: “Hem okuyordum hem çalışıyordum. Yani bir yandan öğrencilik yaparken bir yandan idealimdeki mesleği yürütmeye çalışıyordum.”
1982’de AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın-Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun olduktan sonra ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde Siyaset Bilimi dalında yüksek lisansını tamamladı. TRT Haber Dairesi’nde başlayan televizyonculuğunu, “32. Gün” bünyesinde yaptığı program ve belgesellerle sürdürdü.
“Sansürü içimize yerleştirdiler”
Can Dündar 1994 yılında “Sansürü Özledim” köşe yazısını kaleme almıştı. Sansürü şimdi daha çok özlediğini söyleyen Dündar şunları dile getirdi: “Ne olduğunu bildiğimiz bir şeyle karşı karşıyaydık. Şimdi sansürü içimize yerleştirdiler ve hakikaten korkular hükmediyor. O korkuları yenmemiz lazım. 12 Eylül’de, en azından şu doğru, bu yasak denirdi. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmemiz, ona göre çalışmalar yapmamız gerekiyor.”
İletişim alanında akademisyen olmakla, gazeteci olmanın farklarını anlatan Dündar, ikisinin neredeyse hiç ilgisinin olmadığının birbirlerine zıt olduğunun altını çizdi. Gazeteci arkadaşlara ikisini bir arada yürütmelerini tavsiye eden Dündar , “Gazetecilik ne kadar çabuk reflekslerle yapılırsa akademisyenlik o kadar kuşbakışı bakmayı ve zaman içinde tartmayı gerektirir. Gazetecilik nasıl günlük yapılıyorsa akademisyenlik o kadar zamana yayılır ”dedi.
“Gazetecilik uzmanlaşmaya doğru gitti iletişim fakülteleri buna ayak uyduramadı”
Üniversiteye hazırlanan bir gencin, Can Dündar’a sorduğu, “Hukuk mu yazsam, gazetecilik mi?” sorusuna, “Hukuk okumadan hukukçu olamazsın ama gazetecilik okumadan gazeteci olabilirsin” cevabını verdi.
İletişim fakültelerinde haber yazmanın, haber kovalamanın ve habercilik etiğinin çok iyi bir şekilde öğretildiğinin fakat şimdiki şartlarda gazetecilikte uzmanlaşmaya gidilmesi gerektiğini anlatan Can Dündar, “Ekonomi haberciliği gelişti, spor haberciliği ayrı bir noktaya vardı. Polis, adliye muhabirleri inanılmaz önem kazandı. Dolayısıyla şimdi iyi iddianame okuyan gazetecilere ihtiyacımız var. Şu anda Türkiye’nin en büyük davaları görülüyor. Bu davaları izlemek için yeterli birikimimiz yok dolayısıyla hukuk mezunu birisi gazetede daha çok işe yarayabilir” dedi. Ayrıca başarılı bazı gazetecilerin başka mesleklerden yetiştiğini belirten Dündar sözlerine şöyle devam etti: “Mesleğin en iyilerine baktığınızda Uğur Mumcu’nun bir gazetecilik formasyonu yoktu ama çok iyi bir hukuk eğitiminden geliyordu. Türk basınına yaptığı katkıya bakarsanız çok daha fazladır. Mehmet Ali Birand, gazetecilik okumamıştır. Ali Kırca, askeri liseden mezundur. Bunun örneklerini pratikte de görüyoruz.”
“Gerçek hazineler kütüphanelerden oluşturuluyor”
Dündar, birçok farklı alanda çalışmasına rağmen kısa sürede köşe yazılarında bu kadar taze ve faydalı bilgiler aktarmasını yıllar içinde oluşturduğu kütüphaneye borçlu olduğunu dile getirdi. Çok iyi bir kütüphaneye sahip olduğunu söyleyen Dündar, “Yıllar içinde emek verilerek okunarak, tek tek altı çizilerek oluşturulmuş bir kütüphane. Dolayısıyla her yaptığınız şey yeni bir kitabın kapısını açıyor, kapağını kaldırıyor. O kapak sizi bir kaynaktan diğer kaynaklara yönlendiriyor. Kütüphaneniz genişledikçe ilgi alanınız da genişliyor demektir. İlgi alanınız genişledikçe söz dağarcığınız genişliyor” açıklamasını yaptı ve şunları ekledi: “Söz dağarcığınız sizi başka dünyalara taşıyor. Onları yavaş yavaş sindirmeye ve birbiriyle ilişkisini fark etmeye başlıyorsunuz. Dolayısıyla söylediklerinizi daha çok okuduklarımla ve oluşan kütüphanenin bende yarattığı hazine duygusuyla açıklayabilirim. Herkese böyle hazineler oluşturmasını tavsiye ederim. Gerçek hazineler kütüphanelerden oluşturuluyor.”
“Yurtdışında yapılan belgesellere gıptayla bakıyorum.”
Kitaplarını ve belgesellerini oluştururken arşivleri kullanmanın ve belgelere ulaşmanın zorluğunu anlatan Dündar yurtdışında yapılan belgesellere hayranlıkla baktığının da altını çizdi. Türkiye’de arşivlere ulaşmanın zor olduğunu ifade eden Dündar, “ Çok zor, yani iğneyle kuyu kazmak tabiri burada geçerli. İşin en zor kısmı bu. Türkiye, arşivlere ulaşmak konusunda zor bir ülke. Arşiv yok, varsa çok dağınık ya da iyi tutulduysa çok kapalı, gizli. Dolayısıyla oralara ulaşmakta müthiş sorunumuz var. Tanıklar konuşmakta zorlanıyor; ya ölmüş oluyor, ya hatırlamıyor, hatırlıyor olsa bile konuşmak istemiyor” dedi. İnsanların ne kadar rahat konuştuğunu ve anlatabildiğini söyleyen Dündar şunları kaydetti: “Ne çok hatıra var. Yazılmış belgeler, belirli yıllar sonra açılmış. Bizde hala böyle şeyler yok. Hâlâ Dersim belgeleri açılsın diye konuşuyoruz. Yani kapalı bir kutuyu zorluyoruz açılması için ama böyle zorlayarak olacak, başka yolu yok.”
“Merakımı kamçılayan her şey benim için bir konudur”
Belgesel konularını seçerken belirli bir düşünceden çok merak ettiği konulara yöneldiğini söyleyen Can Dündar, “Ben neyi merak ediyorsam o benim için ilginç. O an beni çeken, benim için belgesel konusu. Tabii ki materyal zenginliği önemli ama benim merakımı kamçılayan her şey, benim için bir konudur” diye konuştu.
“Bazı gerçekleri bilmek istemez insan”
Mustafa belgeseline gelen eleştirilere karşı Dündar, “Bazı gerçekleri bilmek istemez insan. Babanızın çok içki içtiğini bilmek istemeyebilirsiniz, bu duyguyu anlıyorum. Bunu sevgiyle açıklıyorum ama bu doğru değil. Çünkü bunları biliyorsanız ona daha çok yardımcı olabilirdiniz. Bu, Atatürk’ü sevmediğinizi de göstermezdi. Üstelik üzerinden bunca yıl geçtikten sonra bunu konuşmak size hâlâ tuhaf geliyorsa sizde bir sorun var demektir” dedi.
Kendisini eleştirenlerin Atatürk’ü çok sevdiğini fakat farklı sevme anlayışlarının olduğunu söyleyen Dündar şunları ekledi: “Beni eleştirenlerin Atatürk’ü çok sevdiğini biliyorum. Ben de Atatürk’ü çok seviyorum ama farklı sevme anlayışlarımız var. Ben bu sevme anlayışını, biraz çocuksu buluyorum. 1990’larda Sarı Zeybek’te de aynı şeyleri söylediğimde böyle bir tepki gelmedi. Tersine Sarı Zeybek okullarda gösterildi. Aynı şeyleri 2000’li yıllarda hazmedememelerinin nedeni, ülkede siyasi iklimin faklı olması ve insanların ülke elden gidiyor, Atatürk’ü kaybediyoruz paniği, duygusu ve telaşıdır.”
“Mustafa’da iki önemli nokta var ”
Mustafa belgeselinin Sarı Zeybek belgeseliyle karşılaştırılması üzerine Dündar, “O zaman Atatürk’e çok bağlıydı şimdi Atatürk’ü eleştiren bir çizgiye geldi diye düşünüyorlar. Ama bu doğru değil, tersine aynı şeyler Sarı Zeybek’te de vardı” dedi. Mustafa’da iki önemli noktaya dikkat çeken Can Dündar, “Birincisi Atatürk’ün Tanrı’ya ilişkin görüşleri, diğeri ise Kürtlerle ilgili görüşleridir. Eleştirenleri de bu ayrıntıların rahatsız ettiğini düşünüyorum. Çünkü bu ayrıntıların gizli kalmasının daha iyi olacağını düşünüyorlar. Belgeselci olarak hiçbir şeyin gizli kalmasının yararlı olacağını düşünmüyorum. Üstelik bunca yıl gizlenmiş olması tuhaf geliyor. Asıl tartışma konusu yaratan konular, Atatürk’ün İslam’la ve Kürtlerle ilgili sözleri” diye konuştu.
“Patlamaya hazır yeni bir mayın var”
Dündar, bir televizyon programında Mustafa belgeseline gelen eleştirilere karşın, “Bu işlere ilk cesaret eden, ilk mayına basan gibi patlayacaktı. Bu yolda bundan sonra daha rahat yürünebilir” açıklamasını yaptı. Mustafa’dan sonra patlamaya hazır yeni bir mayın olduğunu anlatan Dündar bu konuyla ilgili olarak, “Belki dayak arsızı olma durumu denilebilir buna ama bunları biz yapmayacağız da kim yapacak 2000’ler Türkiye’sinde belgesel yapan bir avuç adam kaldık. Dolayısıyla görüyorsunuz ki Kürt Sorunu var. 30 yıldır uğraşıyoruz ama bir belgeselini hâlâ yapamadık” şeklinde konuştu. Kürt Sorunu ile ilgili belgesel yapan birisinin olması durumunda, ortalığın karışabileceğini söyleyen Dündar şunları ekledi: “Belgeseli yapan olursa bizlere yol açmış olacak. Geçmişi aydınlatacak. Mesela Ermeni meselesi de böyle. Ne olduğunu bilmeden birbirimizin gırtlağına basıp duruyoruz. 1915’te ne yaşandı bilmiyoruz. Birisi de cesaret edip bunun altına girmiyor. Dolayısıyla önümüzde belalı konular duruyor. ‘Bunlar birisi gelsin bassın’ diye bekleyen mayınlar.”
“Hepimiz aynı geminin içindeyiz”
Özgür ve tarafsız haberciliğin yapılmadığını söyleyen Dündar, tüm habercilerin aynı geminin içinde olduğunu dile getirdi. “Farklı gibi görünsek de herkes aynı haberi yapıyor” diyen Dündar, “Yapılan haberler birbirinin kopyaları. Ben hâlâ habercilik yaptığımız kanısında değilim. Özgür ve tarafsız habercilik giderek de azalıyor” açıklamasında bulundu. Basılı gazeteciliğin yerini, internet gazeteciliğine bırakmasıyla ilgili olarak şekilsel değil içerik olarak değişikliğin gerekli olduğunu belirten Dündar şunları kaydetti: “Şekli bir değişiklik olacak. İçerik yönünden büyük bir değişiklik beklemiyorum. İçerik yönünden değişmesi için çok daha kalıcı ve kültürel bir değişime ihtiyaç var. Kâğıttan değil ekrandan okuyorsun. Bunun bir önemi yok. Eskiden de papirüsten okuyorduk. Önemli olan içeriğin değişmesi ve yeni bir haber vermesi.”
Çok özel bir yaşantısının olmadığını vurgulayan Dündar, televizyon hayatından çekildikten sonra ailesiyle daha çok vakit geçirdiğini söyledi. Dündar: “Oğlum 16 -17 yaşına geldi. Dolayısıyla bütün birikimimi, onunla yeniden elden geçiriyorum, kitaplar okuyoruz, bazı klasikleri yeniden izliyoruz. Şimdi daha huzurluyum” diye konuştu.
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/980
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Can Dündar: ‘Sansürü içimize yerleştirdiler’
Bir cevap yazın