LGBTİ+: “Yaşamamızı istemiyorlar: Ya öldürürler ya da kaçırırlar”
LGBTİ+ ‘lar pandemi sürecinde de hedef gösterilmeye devam edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından HIV yayılma sebebi olarak suçlanan bireyler, artan nefret söylemleriyle açıkça hedef gösterildikleri için ölüm korkusu yaşıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın LGBTİ+’lara yönelik söylemleri ve LGBTİ+ haklarını savunan Ankara Barosu arasındaki yüksek tansiyon gündemden uzun süre düşmedi. Salgın döneminde kendileri hakkında üretilen söylemler için GÖRÜNÜM’ekonuşan LGBTİ+’lar, “Açık hedef haline getiriliyoruz. Her taraftan bizi sıkıştırmışlar. Bizim yaşamamızı istemiyorlar. Çoğumuzu ya öldürürler ya da bu ülkeden kaçırırlar. Türkiye’de fanatik bir güruh var ve bazı insanların ağzından çıkacak kelimeyi bekliyorlar. Twitter’da daha öncesinde cesaret edemedikleri şeyleri yazdılar. Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü arasında çok büyük fark var. Bu saldırgan bir tavır” ifadelerini kullandı.
Son beş yıldır etkinlikleri engellenen LGBTİ+’lar, salgın döneminin de gündemi oldu. “Küresel salgın” konulu 24 Nisan’daki Cuma Hutbesi’nde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “HIV yayılmasından eşcinselliği ve evlilik dışı cinsel ilişkileri” sorumlu tuttu ve “bu tür kötülüklerden insanları korumak için mücadele” çağrısı yaptı. Erbaş’ın Ankara, İzmir ve Diyarbakır Barosu tarafından eleştirilmesi üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve çok sayıdaki üst düzey yetkili, Erbaş’ın sözlerine destek verdi. Ankara Barosu hakkında “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı da baro yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulundu. Tüm bu “LGBTİ+ tartışmaları”nda, en az söz sahibi olan ise LGBTİ+ bireyler oldu.
LGBTİ+’lar izolasyon sürecinde yaşadıklarını ve salgın döneminde bile kendileri hakkında gündemden düşmeyen söylemleri GÖRÜNÜM’e anlattı.
“Üç aydır, ben ben değilim”
Sakarya’da yaşayan seks işçisi Eylül, aile evinde izolasyon süreci için “Pandemiden önce gece hayatından başka bir hayatım olmadı. Gece kadın, gündüz erkek oluyorum. O kadar garip bir şey ki çift karaktere bürünüyorsun. Gece kendinsin, gündüz ailenin istediğisin. Pandemi sürecinde gece yarattığım o hayatım da gitti. Üç aydır resmen ben ben değilim” dedi. Bu süreçte ailesinin isteği ile sakal bıraktığını anlatan Eylül, çalışmaya devam edememesi üzerine ekonomik olarak ailesine bağlı kaldığı için ailesinin isteklerini yapmak durumunda olduğunu söyledi. Eylül, “Üç aydır bir transın, hele ki kendini gizleyen bir transın aile evinde yaşaması ve onlara bağlı kalması cidden korkunç. Ufak bir şeyde bile sorun çıkıyor. Onlara maddi olarak bağlı kalmamak için bazı dönemler seks işçiliği yapıyorsun. Böyle bir dönemde hepsi elinden gidiyor. Tamamen onlara bağlı kalıyorsun” dedi.
“Ölümü göze aldıkları gibi salgını da göze alacaklar”
Eylül, salgın döneminde işsiz kaldığını ve bundan sonra çalışmaya nasıl devam edeceğini bilmediğini şu sözlerle anlattı:
“Gelişigüzel insanlarla görüşüyordum. Adam yaşlı oluyor, oradan geliyor, buradan geliyor. Kim olduğunu bilmiyorsun. Geliyor buraya, görüşüyorsun bitiyor. Seks işçileri bu saatten sonra rahat çalışamayacaklar. Zaten büyük sıkıntılarla çalışıyorlardı. Hem şiddet hem cinayet olsun korkularla çalışıyorlardı. Bir de buna korona eklendi. Kimseye hijyen sebebiyle güvenemem çünkü kişi tek benle görüşmüyor, başkalarıyla da görüşüyor. Bilemem hasta mı, değil mi?”
“Ne iş ne devlet desteği’
Eylül, salgın döneminde çalışmaya devam eden seks işçileri olduğunu aktararak, “Bunlar virüsü artık göze almışlar. Çünkü tek yaşıyorlar ve tek geçim kaynakları bu. Devletin herhangi bir yardımı yok. Başka bir çareleri yok, mecbur çalışacaklar. Hele ki transların başka bir kapısı yok. Ne bize iş veriyorlar, ne herhangi bir şekilde devletin desteği oluyor. Translar ölümü göze aldıkları gibi şimdi de bunu göze alacaklar. Aslında bu açıdan bizim için çok da bir şey değişmeyecek” dedi.
“Bizim yaşamamızı istemiyorlar, ya öldürürler ya ülkeden kaçırırlar”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yeniden tartışmaya açılan LGBTİ+ söylemleri hakkında Eylül, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Yukarıdaki tabakadan gelen her nefret söyleminde LGBTİ+’lar biraz daha baskı yaşıyorlar. Hem ailede olsun, hem toplumda olsun. Açık hedef haline getiriliyoruz. Her taraftan bizi sıkıştırmışlar ve bizim yaşamamamızı bekliyorlar. Zaten amaçları da bu. Bizim yaşamamızı istemiyorlar. Ses çıkarmadıkça bu devam edecek. Çoğumuzu ya öldürürler, ya da bu ülkeden kaçırırlar. Benim ailem muhalif olmasına rağmen bu konuda Cumhurbaşkanını haklı buluyor. Konu LGBTİ+’lar oldu mu kimse onları savunmuyor. Babası, annesi, herkes hedef gösteriyor. Diyanet İşleri konuşuyor, ben diyorum ki ‘Bu ülkede herkes eşit.’ Babam diyor ki ‘Bunlara eşitlik olmaz, ahlaksız bunlar.’ Suratıma bakarak söylüyor bunu. Çocuğunun trans olduğunun farkında ama buna karşı söyleyecek hiçbir lafı yok.”
“Mücadelem dalga unsuru oldu”
Okulların kapanmasıyla birkaç haftalığına gittiği aile evinde uzun süre kalan biseksüel+ genç bir kadın, ev içi emeğinin artmasıyla fiziksel; cinsel yöneliminden ve vegan yaşam tarzından dolayı da psikolojik baskı gördüğünü anlattı. Aile evinde geçirdiği izolasyon sürecinde “maddi açıdan rahatladığı ama manevi olarak yorulduğu”nu söyleyen genç kadın, şöyle devam etti:
“Feminist bir kadın olarak karşı durduğum erkek profilinin babamda görülüyor olması ve bunu değiştirememek, aynı evde sürekli bu davranışlarla karşılaşmak ve uzaklaşamamak beni çok yıprattı. Öte yandan vegan olarak sofrada devamlı hayvan bedeni olması, anneme yardım etmek adına zaman zaman bu yemekleri bizzat benim hazırlamam, benimsediğim etik duruşla çelişti. İnandığım ve uğruna mücadele ettiğim şeylerin ailede dalga unsuru olması bir başka sorunumdu.”
“Ben yapmasam annem yapacaktı, günüm bulaşıkla geçti”
Bu süreçte günlük rutininin değiştiğini ve ailesinin düzenine uymakta zorluk çektiğini belirten genç kadın, “Evde bulaşık makinesi bulunmadığı için günün çoğunluğu bulaşık yıkayarak geçti ve asla bitmeyen ev işleri beni öfkelendirdi. Fakat ben yapmazsam annemin üzerine daha çok yük düşeceği için yapmaya devam ettim ve bu döngüden kurtulamadım” dedi.
“Babamın yorumları suçluların her yerde olduğunu fark ettirdi”
LGBTİ+’lara yönelik söylemlerinin kendisinde yarattığı etkiyi de şöyle açıkladı:
“İnternette LGBTİ+ bireylere yönelik tehditler bizim güvenliğimizden endişe etmeme sebep oldu. İnternete yaptığım paylaşımlara sıklıkla olumsuz yorumlar geldi. Bu yorumların ortak konuları İslam’ın bizi lanetlediği idi. Aileme henüz açılmadım. Benim biseksüel+ olduğumu bilmeyen babamın homofobik yorumları bu suçluların aslında her yerde olduğunu fark ettirdi ve kendi kimliğimi açıklarsam ailemden tam bir kabul göremeyeceğimi düşündürdü.”
“Sosyalleştiğimde bile olmak istediğim gibi olamıyorum”
Aile evine dönen başka bir LGBTİ+ da Mert Soydan. Kendisini queer olarak tanımlayan Mert Soydan, küçük yaşlarda ailesine açıldığı için bu süreçte büyük sıkıntılar yaşamadığını ancak evde özel alanının olmamasından dolayı erkek arkadaşıyla rahat telefon görüşmesi yapamadığını ifade etti.
İstanbul’daki hayatını özlediğini söyleyen Mert Soydan, bu özleminin nedenini ise şöyle aktardı:
“Orada daha özgür hissediyorum çünkü daha rahat yaşayabileceğim habitat alanları var orada. Sakarya’da böyle alanlar bulamıyorum kendime. O yüzden dışarı çıkıp sosyalleştiğim zaman bile aslında tamamen olmak istediğim gibi olamıyorum. Aile hayatından uzak, tanıdığım birinin kulağına benimle ilgili herhangi bir şey gider mi, ailem duyarsa veya buradaki arkadaşlarım duyarsa rahatsız olur mu diye düşünmüyordum.”
“Cesaret aldılar, nefret söylemi ifade özgürlüğü değil”
Diyanet İşleri Başkanı’nın söylemlerinin LGBTİ+ üzerinde güvenlik endişesi yarattığına vurgu yapan Mert Soydan, kişilerin bu sözlerle cesaret bulduğunu söyledi ve bu süreçte yakın bir arkadaşıyla görüşmeyi bırakması hakkında şunları söyledi:
“Fanatik bir güruh var Türkiye’de ve bazı insanların ağzından çıkacak kelimeyi bekliyorlar. LGBTİ+ bireylerin yaşam hakkı için bile tehdit oluşturabilecek bir şey bu. Kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan arkadaşlarım benimle arkadaşlık ediyordu ama Ali Erbaş’ın açıklamasından sonra Twitter’da daha öncesinde cesaret edemedikleri şeyleri yazdılar. Ya bundan cesaret aldılar, zaten içlerinde böyle düşünceler vardı ya da bu konuyu sıkıntılı görmüyorlardı Ali Erbaş’tan önce. Hatta şu an bu nedenle en yakın arkadaşlarımdan biriyle konuşmuyorum.”
Nefret söyleminin ifade özgürlüğü olarak algılanmasının büyük bir sorun olduğunu belirten Mert Soydan, “Bunların arasında çok büyük fark var. ‘Bu senin düşüncen’ diye kabul edemem. Sessiz de kalamam çünkü bu saldırgan bir tavır. Söylediği şey zaten bizim yaşam hakkımıza saygısızlık etmek demek” diye konuştu.
“Tartışma yaşarsam evden çıkamayacağımın bilincindeydim”
Ayşenur da aile evinde iki ay boyunca izolasyon sürecini yaşayan bir kadın. Geçirdiği izolasyon sürecinde en çok hissettiği duygunun “tedirginlik” olduğunu söyleyen Ayşenur, şöyle konuştu:
“Ne yaşarsam yaşayayım evden çıkamam, bütün yollar kapalı. Herhangi bir tartışma yaşarsam ya da bir şeye itiraz edersem evden çıkamayacağımın bilincindeydim. Bu nedenle istemsizce hareketlerimi çok fazla kısıtladım. Bazen de bir kadın olarak ailemdeki o oturmuş erkekliği, feodal yapıları, kalıpları görmek çok yakıcı oldu. Bunun yanında kız kardeşimin, annemin ne kadar bunların altında ezildiğini ve benim sadece korona sürecinde yaşadığım o mahsur kalmışlık hissini annemin ne kadar uzun süredir yaşadığını ve hep bu şekilde hayatına devam ettiğini biraz daha anladım.”
Bu süreçte ev içinde yaşanan tartışmalar sebebiyle psikolojik olarak çok fazla etkilendiğini söyleyen Ayşenur, “Hayatımda yalnızca bir kere sinir krizi geçirmiştim. İkincisini geçirdim bu dönemde. Psikolojik tedavi alma kararımı da bu korona sürecinde aldım. Kendimi parçalamıştım, yüzümü yara bere içerisinde bıraktım” dedi. Aile evindeki küçük bir odayı üç kişi paylaştıklarını ve özel alanı olmadığını söyleyen Ayşenur, “Akşam bazen balkona çıkmaya çalışıyordum. Bunun için de evdekilerin uyumasını bekliyordum çünkü sigara içtiğimden şüpheleniyorlardı. Balkona sadece kendimle kalmak, yalnız kalmak, düşünmek için bile çıkmak istiyor olsam geceyi bekliyordum” ifadelerini kullandı.
Günlük rutininin tamamen değiştiğini ve ev işlerinin tamamının kendisine yıkıldığını söyleyen Ayşenur, “Aile evindeyken yemek yapmam gerekiyordu, bulaşıkları yıkamam gerekiyordu. Erkek kardeşime sofra hazırlamam gerekiyordu. Babam işten geldiğinde ona aynı şekilde hizmet etmem gerekiyordu. Ramazan’da daha fazla ev içinde çalışıyordum. Bu nedenle ödev hazırlamalarım hep son güne kaldı. Çoğu baştan savma oldu ne yazık ki” diye konuştu. Ayşenur, “Normalde oruç tutmuyorum fakat aile evinde tutmam gerekti. Böyle bir şeyi söyleyemezdim. Eğer kendimi açıklamaya çalışsaydım çok sert şeylerle karşılaşabilirdim. Buna hazır değildim çünkü oradan çıkma imkânım yoktu” diye devam etti.
“Sürekli ensende olan bir el var aile evinin içinde”
Üç aydır aile evinde yaşayanlardan Eslem Alemdar da ev içi emeğinin arttığını şu cümlelerle anlattı:
“İki senedir aileden uzak yaşayınca birden geri dönmek hayatımı alt üst etti. Aslında bildiğim şeylerle tekrar yüzleştim. Eli ayağı yokmuşçasına ailedeki erkeklerin sudan tut da yemeğe kadar bütün ihtiyaçlarını bir kadın olarak senin veya annenin karşılaması gerekiyor. 18-19 yaşına kadar onlarla yaşarken de bunların farkındasın ama o özgürlüğü elde edip tekrar döndüğün zaman gerçekten çok bocalıyorsun.”
Gerek aile evinde kendine ait bir oda olmadığı için gerekse ev işleri nedeniyle kendisine zaman ayıramadığını söyleyen Eslem, günlük hayatında yaptığı basit pek çok aktiviteyi dahi yapamadığını anlattı. Eslem, “Kendinle kalamıyorsun ki kendine vakit ayırasın. Sürekli bir şeyin içindesin. Sigara içeceksin içemiyorsun. Sabaha kadar oturmak istiyorum. Gecenin bir yarısı birisi kapımı tıklayıp ‘artık geç oldu uyu’ gibi şeyler söylüyor. Mesela koronadan önce meditasyon yapıyordum ve şimdi bunu bile yapamıyorum çünkü öyle bir vaktim yok. Her şeye karışılan ve sürekli ensende olan bir el var aile evinin içinde” diye konuştu.
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/28793
Yol: Ana sayfa » Yazılar » LGBTİ+: “Yaşamamızı istemiyorlar: Ya öldürürler ya da kaçırırlar”
Bir cevap yazın