Yüzüncü yıla sansür yasasıyla girdik
Kamuoyuna “sansür yasası” olarak bilinen “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” maddelerinin bir kısmı 1 Ocak itibariyle yürürlüğe girdi. Yasayla Türk Ceza Kanunu’na “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” başlıklı “dezenformasyon” suçu eklendi.
AKP ve MHP tarafından hazırlanan ve kamuoyunda “sansür yasası” olarak bilinen yasanın bir bölümü 1 Ocak itibariyle yürürlüğe girdi. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen ve 18 Ekim 2022’de Resmî Gazete’de yayımlanan yasayla Türk Ceza Kanunu’nun 217’nci maddesine “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” hükmü eklendi. Yasayla birlikte geleneksel medya dışında internet siteleri de Basın İlan Kurumunun denetimi altında ilan ve reklam vermeye başlayacak. İktidar kanadının “Dezenformasyonla mücadele yasası” olarak lanse ettiği yasayla, Basın Kartı Komisyonu da değişti. Yapılan düzenlemeyle kamu kurum ve kuruluşlarının yürüttükleri devlet enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personeli olarak tanımlanan “enformasyon görevlileri”nin tanımı değişikliğe uğradı. Mayıs ayında Meclis’e sunulan ve kamuoyunda büyük tepki gören yasa haziran ayı boyunca Meclis’te Adalet ve Dijital Mecralar Komisyonunda görüşüldü. Meclis’teki görüşmelerin ardından CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan’ın basına aktardığına göre CHP ile AKP’li vekiller o dönem 29’uncu maddenin yumuşatılacağı ve hapis cezasının yasadan çıkarılması gerektiği konusunda anlaşmışlardı ancak bu gerçekleşmedi. Yeni yasama döneminde görüşülecek ilk konulardan biri olan yasada 29’uncu maddede hiçbir değişiklik yapılmadan Meclis’te kabul edildi. Resmî Gazete’de 18 Ekim’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. En çok tartışılan ve iptali için CHP tarafından Anayasa Mahkemesine taşınan, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” düzenlemesi ilk kez CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki suç duyurusunun gerekçesi oldu. Emniyet Genel Müdürlüğü, “Kirli parayı yani milyar dolarları, yani uyuşturucu paralarını Türkiye’nin cari açığını finansmanına kullandılar” açıklamasını yapan Kılıçdaroğlu hakkında, suç duyurusunda bulundu.
İletişim hukuku alanındaki uzmanlar da yasanın en önemli düzenlemelerinden biri olan 29’uncu maddenin içeriğinin büyük bir belirsizlik ve keyfilik içerdiğini düşünüyor.
İnternet haber siteleri süreli yayın kapsamına alındı. İnternet haber sitelerinde, faaliyet gösterdiği iş yeri adresi, ticari unvanı, elektronik posta adresi, iletişim telefonu ve elektronik tebligat adresi, yer sağlayıcısının adı ve adresi, kendilerine ait internet ortamında kullanıcıların ana sayfadan doğrudan ulaşabileceği şekilde ve “iletişim” başlığı altında bulundurulması zorunlu olacak.
Basın duyuruları ve yargı organlarınca verilen yayın yasağı kararları için beyannameler artık Cumhuriyet Başsavcılığı yerine Basın İlan Kurumuna verilecek. Basın İlan Kurumu yayımın durdurulmasını hemen talep edebilecek. Bu değişikliğin işlemlerin daha hızlı ve etkin olması için yapıldığı ileri sürülse de bu değişikliğin sansür ve otosansüre neden olacağı kamuoyunda tartışmalara yol açtı. İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım’da gerçekleşen bombalı saldırının ardından BTK’nın uyguladığı bant daralmasının da söz konusu yasadan bağımsız olmadığını belirten çok sayıda değerlendirme yapıldı.
Yasadaki belirsizlikler
Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin ilk imzacılarından olan MHP İstanbul Milletvekili Feti Yıldız, düzenlemeyi “Dezenformasyona konu, içerik, doğrudan asılsız bir bilgi olabileceği gibi tahrif edilmiş bir bilgi de olabilir. İfade özgürlüğü mutlak bir hak değildir” sözleriyle savundu.
Görüşlerine başvurulmak üzere Adalet Komisyonuna davet edilen Yargıtay 8’inci Daire Üyesi Dr. İhsan Baştürk, 29’uncu maddenin esasını oluşturan “gerçeğe aykırı bilgi” kavramının “muğlak” oluşunu, anonim hesaplara getirilen cezanın ağırlaştırılmasının “sakıncalı” olduğunu dile getirdi. Baştürk 29’uncu maddeye “Tasarıda suç olarak nitelendirilen konuların çoğu basın yoluyla işlenir ve bunun ağırlaştırıcı neden sayılması kanun tekniği açısından sıkıntı yaratır. Kamu barışını bozma gibi bir kavramın yargı tarafından uygulanmasında tartışmalar çıkabilir. Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ile ilgili bilginin ne olduğunun belirlenmesi güçlük arz eder sözleriyle karşı çıktı.
Feti Yıldız, Baştürk’ün dikkat çektiği “belirsizlikler”in nasıl giderildiğine ilişkin bir açıklamada bulunmadı. Yıldız, konuşmasını “Maddede yazılı suçu oluşturan fiiller açıkça tanımlanmış ve suçun unsurları net olarak gösterilmiştir, burada bir keyfîlik ve belirsizlik yoktur” sözleriyle sürdürdü.
Gazetecilik meslek örgütleri, sansüre karşı alanlardaydı
AKP ve MHP’nin “dezenformasyonla mücadele” iddiasıyla Meclis’e gönderdiği Kanun teklifi, TBMM Adalet Komisyonunda kabul edildi. Teklifin Meclis Genel Kurulunda da değişmeden kabul edilmesi halinde haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve iletişim alanının kökten değişeceğini belirten gazetecilik meslek örgütleri yasaya karşı 21 ve 22 Haziran’da eylem düzenledi.
Gazetecilik meslek örgütleri 21 Haziran’da İstanbul, İzmir ve Adana’da, 22 Haziran’da da Ankara’da bir araya geldi.
“Sansür yasasına hayır”
Ankara’da Ulus Atatürk Heykeli önünde buluşan gazeteciler basına yönelik baskı ve sansür yasasına “hayır” dedi. Sadece basın mensuplarını değil haber alma hakkını savunmak isteyen herkesi yasaya karşı mücadeleye çağıran gazeteciler “Basın tarihimize kara bir leke olarak geçecek bu yasanın geri çekilmesini istiyoruz” dedi.
Basın kartı komisyonu yeniden düzenlendi
Sansür yasası ile birlikte basın kartı komisyonunda da değişiklik yapıldı. İletişim Başkanlığının “kartların rengini değiştiriyoruz” açıklamalarıyla başlayan idari değişimlere bir yenisi daha eklendi.
Yeni yasa kamu, kurum ve kuruluşlarının yürüttüğü enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personeline basın kartı temin edilmesini sağlayacak düzenlemeyi de beraberinde getirdi. İlk olarak 1953 senesinde karşımıza çıkan “enformasyon görevlileri” gazetecilik faaliyetiyle ilişkili kişilerdi. Yasanın geçmesiyle kamuda gazetecilik ile bağlantısı olmayanların basın kartına sahip olmasının önü açıldı. Yasanın gazetecilik tartışmalarına yeni bir soru işareti eklediği belirtiliyor.
Yeni düzenlemede tamamı İletişim Başkanlığı tarafından atanan üyelerden oluşan komisyon yerine meslek örgütlerinin de söz hakkının olduğu bir komisyon yapılacağı belirtildi. Basın kartı komisyonu yapılan düzenlemede İletişim Başkanlığının komisyondaki çoğunluk oyu oluşturma gücünün halen korunduğu görülüyor.
Herkes hemfikir: Anayasa’ya aykırı
Sansür yasasının Anayasa’ya aykırılığı konusunda aynı kanıda olan siyasiler ve hukukçular yürütmeliğe giren maddelerin iptali için çalışıyor. Gazetecilik meslek örgütleri dayanışma içinde hukuki süreci takip ediyor. Yasanın hukuki sürecini ve AYM’deki son gelişmeleri Avukat Gökhan Tekşen’e sorduk. Gazetecilik meslek örgütlerinin yasaya karşı tutumunu ve önümüzdeki günlerde bizi neler beklediğini Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş ile konuştuk.
Yasada yapılan düzenlemenin hukuki sürecini ve Anayasa Mahkemesine görüşülmek üzere taşınan maddeleri Avukat Gökhan Tekşen’e sorduk. İletişim Başkanlığının medya kontrolü anlamında devlet yapılanmasında çok önemli bir yer arz ettiğini söyleyen Tekşen, 7418 sayılı Kanun’un Danıştayın İletişim Başkanlığının yönetmelik yapma yetkisinin elinden almasının ardından iktidar tarafından medyayı yeni bir dizayna sokmak için getirildiğini belirtti. Gökhan Tekşen sansür yasasını şöyle değerlendirdi:
“Basın özgürlüğünden başlayarak düşünen ve konuşan tüm toplumu etkileyecek bir durum oluştu. Devletin söylemediği her şey dezenformasyon olarak değerlendirilebilir. Hakikat tekeli tamamen devlete bırakılmış durumdadır ve en büyük tehlike budur.” Bu yasanın hem sansürü hem de otosansürü getireceğini belirten Tekşen, Basın İlan Kurumunun yasanın çıkışının ardından RTÜK benzeri otoriterleşen bir yapıya sürüklendiğini söyledi ve yasanın Anayasa’ya aykırılığını şu ifadelerle anlattı:
“Kanun, basın ahlak esaslarına atıflarda bulunuyor. Sansür yasası hazırlandığında basın ahlak esaslarına dair AYM kararı yok. Şimdi yasa çıktı ama pilot karar yasanın ardından yayımlandı. Burada Anayasa’ya aykırılık var. Şu an idare hukuku anlamında yönetmelikle düzenlenen bir ceza mekanizması var, açıkça Anayasa’ya aykırıdır.”
Gökhan Tekşen, yasayı seçim öncesi elde duran bir saatli bomba olarak nitelendirdi ve iktidarın yasa ile kendi kozlarını güçlendirmek için getirdiğini söyledi. Dezenformasyon yasasının iletişim kanallarını kapatmaya yönelik getirildiğini belirten Tekşen, 13 Kasım 2022 günü İstiklal Caddesi’nde patlamanın yaşandığı gün bant daralması yapılarak bunu prova ettiklerini söyledi ve şunları ekledi:
“Seçim gecesi de iktidarın iletişim kanallarını kapatmaması için hiçbir sebep yok. Veri akışı kısıtlanır, gerçeğe ulaşamazsak atı alanın Üsküdar’ı geçeceği korkunç bir senaryo yaşanabilir.”
“Seçimden önce mutlaka AYM’de görüşülmeli”
CHP’nin yasadaki 29’uncu maddeyi yürütmeliği durdurmak üzere Anayasa Mahkemesine taşıdığını ve diğer tüm maddeleri AYM’ye taşıyacağını belirten Tekşen, şunları söyledi:
“AYM’ye CHP’nin yaptığı Türk Ceza Kanunu’na 29’uncu madde ile eklenen “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlıklı 217/A’nın iptali başvurusu geldi. Bütün yasa AYM’ye taşınacak. Burada yoğun bir kamuoyu baskısı olması gerektiği kanaatindeyim. Başvuruların ardından Anayasa Mahkemesi adalet nöbetleri tutulmalı. Hem mesleki hem toplumsal bir kamuoyu baskısı oluşması aşikâr çünkü seçime böyle gidilmesi hiç olumlu değil. Demokratik bir seçim olması için bu yasa seçimden önce AYM’de görüşülmelidir. Anayasa’ya aykırı olduğuna dair kuşku yok ama AYM bunu seçimden sonra değerlendirecekse hiçbir anlamı yok.”
Gökhan Tekşen, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na açılan suç duyurusunun ve bant daralmasının söz konusu yasanın ilk uygulanan faaliyetleri olduğunu belirtti ve şunları ekledi:
“Sadece gazeteciler için Kanun’un çıktığını kabul edersek meseleyi çok daraltmış oluruz. İktidarın tamamen seçime yönelik kendi kozlarını güçlendirmek için getirdiği bir yasa. Umudumuz tükenmiş değil ama umudu çoğaltmak için mücadele gerekiyor.”
“Tek” merkezden bir teklif
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş, sendikalar ve basın meslek örgütlerinin süreçle ilgili deneyimlerini ve yaptıklarını şu şekilde aktardı:
“Bu süre içinde yaptığımız kulis görüşmelerinde teklifin Ekim ayında tekrar gündeme gelmeyeceği seçim sonrasına bırakılacağı konusunda ifadeler duyduk. Aslında yaz aylarının sessiz geçmesinde en büyük etken buydu. Ayrıca Meclis’in kapalı olması, muhatapların ortada olmaması da bu söylemi güçlendirdi. Meclis’in açılmasından bir hafta önce AKP ve MHP’nin tekliften vazgeçmediği, aynı şekilde gündeme getireceği bilgisine ulaşır ulaşmaz yine tepki eylemlerini örgütlemeye başladık. Yasa yapıcılar ve teklif verenler ile yaptığımız görüşmeler neticesinde bazı maddelerde değiştirme sinyalleri almış olsak da saraydan gelen talimat üzerine bu fikirlerini değiştirdiler ve yasa birkaç madde dışında hazırlandığı şekliyle geçti. Bu yasa sadece gazetecileri değil tüm toplumu ilgilendiren bir yasa. Sansür yasası çıktı ve biz meslek örgütleri ile bu yasanın çıkmasını engelleyemedik. Bu sebeple yapılan eleştirilere yanlış diyemem. Sonuca bakınca daha fazlası yapılmalıydı denebilir.”
Gelecek günlerde süreçle ilgili bizi neler beklediğini ve nelere hazırlıklı olmamız gerektiğini de yanıtlayan Gökhan Durmuş, Kanun her ne kadar engellenememiş olup yasalaşsa da mücadelenin sürmesi gerektiğini vurguladı. Durmuş, Kanun’un Anayasa’ya olan aykırılıklarına dikkat çekti. Önümüzdeki süreçte neler ile karşılaşacağımızı sorduğumuz Durmuş, şunları söyledi:
“Yasa Resmî Gazete’de yayımlandığı günden itibaren yasanın Anayasa Mahkemesine götürülmesi konusunda CHP ile görüşmelerimiz sürüyor. Yani mücadele bitmiş değil. Tabii ki bu kanunun yasalaşmasıyla birlikte gazetecilerin ve vatandaşların neler yaşayacağını önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz. Nelere dikkat edilmesi gerektiğine dair bir broşür hazırladık ve onu da en kısa sürede gazetecilere ulaştıracağız.”
Türkiye’de Sansürün Kısa ve Tanıdık Tarihi
Dezenformasyon yasası, geçmiş yıllarda Türkiye’de gördüğümüz sansür uygulamalarıyla oldukça benzerlik taşıyor. Bu sene yürütmeliğe giren yasa ile 1956 yılında Menderes döneminde çıkan yasanın benzerliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz Demokrat Parti’nin devamıyız” sözleriyle ilişkilendiriliyor.
Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerini kazanmasının ardından yaptığı ilk işlerden biri basın yasasını değiştirmek oldu. Seçimin ardından yeni basın yasası ile cezaevindeki gazetecilere af çıkmış; sendika kurma hakkı, yazılı sözleşme, kıdem tazminatı gibi haklar verildi.
Hıfzı Topuz’un deyimi ile gazetecilerin bayram havası yalnızca 4 yıl sürdü. Basına özgürlükler veren DP hükümeti, basın hürriyetine tamamen zıt politikalar uygulamaya başladı. Toplam 10 yıl sürecek Menderes döneminde basın yasaları birçok kez değiştirildi. 1960 Darbesine doğru giden süreçte hükümet hem sansür hem de otosansür yaratacak kararlar aldı.
DP iktidarı 1954 seçimlerinin hemen öncesinde 6334 sayılı Kanun’u Meclis’ten geçirdi. Yasanın 3’üncü maddesinde; “Devletin siyasi veya mali itibarını sarsacak veya ammenin telaş ve heyecanını mucip olacak mahiyette yalan haber veya haberler ve havadisleri veya bu mahiyetteki vesikaları neşredenler, 1 seneden 3 seneye kadar hapis ve 2 bin 500 liradan aşağı olmamak üzere para cezası ile cezalandırılır” ifadesi yer alıyordu.
Çıkan yasa bununla kalmıyor, gazetecilere “ispat hakkını” da vermiyordu. Gazeteciler suçu ispatlayacak belgeleri mahkemeye sunduğu halde yargılanma ile yüzleşiyordu. Bu dönemde hükümetteki yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma suçlarının haberleştirilmesinin önüne geçilmeye çalışıldı. Menderes hükümetine bu yasa yetmedi ve genişletmeleri gerekti. Bundan 66 sene önce kabul edilen 6732 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinde ise şu ifadeler yer alıyor:
“Devletin siyasi veya malî itibarına dokunabilecek veya halkı paniğe sevk edebilecek ya da kamu düzenini veya halkın devlete karşı beslediği güveni sarsabilecek ya da her ne şekilde olursa olsun kamunun huzur ve sükununun bozulmasına neden olacak nitelikteki yalan haberleri yayımlayanlar 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 10 bin liradan az olmamak üzere ağır para cezalarıyla cezalandırılırlar.”
Demokrat Parti’nin medyayı kendi himayesi altına almak için attığı en ağır adımlardan biri 7 Haziran 1956 tarihinde kabul edilen bu yasaydı. Hıfzı Topuz’un Türk Basın Tarihi isimli kitabında yazdıklarına göre 1954 ile 1958 yılları arasında 1161 kez gazetecilere soruşturma açılmış ve 238’inden mahkûmiyet kararı çıkmıştı.
7418 sayılı Kanun, DP’nin uyguladığı sansüre benzerliği ile sınırlı kalmıyor. Osmanlı’da Abdülaziz döneminde 1864 yılında Matbuat Nizamnamesi ile basında düzenlemeler yapıldı. Yapılan düzenlemede gazetelerde devletin güvenliğini ve asayişini bozacak, Padişah’a veya ailesine, nazırlara, hükümete, dost bir devlete veya hükümdarına, elçilerine yönelik aleyhte yayınlar yapılırsa, para veya hapis cezası verilmesi öngörülüyordu. Amcasının yerine tahta geçen II. Abdülhamid, bu Kanun’un üzerinden 3 yıl bile geçmeden Ali Kararnameyi yayımladı ve asayişi sağlamak bahane edilerek sansür uygulamaya başladı. II. Abdülhamid, Kanuni Esasi’nin 36’ncı maddesini gerekçe göstererek 2 Ekim 1877 tarihli İdare-i Örfiye Kararnamesini yayımladı ve sıkıyönetim ilan edildi. Bu yıllarda 93 Harbi nedeniyle gazetelere sansür uygulandı, pek çok gazeteci sürgün edildi ve istibdat dönemi başladı. Bu dönemde matbaalarda yazılar daha basılmadan ön sansür ile karşılaşıyordu. II. Abdülhamid mizah dergileri ve yayınları açısından da ağır sınırlamalar getirdi. 4 Ağustos 1876 tarihli resmi ilan ile mevcut dergiler dışında yeni mizah dergilerine ruhsat verilmedi, sonrasında ise 24 Temmuz 1877’de ülke içinde var olan mizah dergileri kapatıldı. Ali Kararnamenin 7’nci ve 8’inci maddeleri gerekçe gösterilerek anarşi, istibdat, parlamento, isyan, Kanuni Esasi, diktatör, ıslahat, hürriyet, millet, vatan, cumhuriyet gibi onlarca sözcüğün gazetelerde kullanımı yasaklandı. Tarih kitaplarından suikast, ihtilal, isyan gibi kelimeler de kaldırıldı. Büyük burun kelimesinin bile kullanımı II. Abdülhamid’in burnunu çağrıştırır diye yasaklandı, bu kelime Coğrafya kitaplarından dahi çıkarılıp yerine “çıkıntı” kelimesi getirildi.
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/33621
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Yüzüncü yıla sansür yasasıyla girdik
Bir cevap yazın