6 Kasım 2024, Çarşamba - 22:48

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

“RTÜK bağımsız bir kurul değil”

Tarih: 25 Aralık 2020

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 121

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) verdiği cezalarda bağımsız olup olmadığı tartışılırken RTÜK üyesi İlhan Taşçı ve eski RTÜK üyesi
Faruk Bildirici GÖRÜNÜM’ün sorularını cevapladı. Taşçı ve Bildirici, RTÜK’ün tarafsız, bağımsız ve özerk bir yapıda hareket etmediğini söyledi.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun verdiği cezalar dikkat çekiyor. Belli haber kanallarına üst üste cezalar verilmesi, “RTÜK bağımsız hareket etmiyor mu?” sorusunu akıllara getiriyor. RTÜK üyesi İlhan Taşçı ve eski RTÜK üyesi, medya ombudsmanı Faruk Bildirici RTÜK’ün bağımsız hareket etmeyip medyanın güvenilirliğini tehlikeye attığını söyledi.

RTÜK’te toplantılar nasıl geçiyor, neler konuşuluyor ve tartışmalar en çok ne tür konularda yaşanıyor?

İhan Taşçı: Bizim Üst Kurul toplantılarının içeriği gizli, Kurul sırasındaki konular yasa gereğince açıklanamıyor. Önce onu belirteyim çünkü yasada bu yönde bir hüküm var. Genel olarak Kurul’un çalışma sistematiğine baktığımız zaman Kurul’un gündemini yasadan aldığı yetkiyle RTÜK Başkanı belirliyor. Üst Kurul’a gelecek konuların hangi kanallarla ve hangi konularla gündeme getirileceğini belirleyen kişi yasadan kaynaklı olarak RTÜK Başkanı. Bu bizim açımızdan çok ciddi sorunlar yaratıyor çünkü tek başına belirleniyor olması ve genelde de bu iktidarın sayısal çoğunluğu elinde bulundurmasından hareketle bütün yayıncılara eşit bir mesafeden yaklaşılmıyor. Ekranlara aynı objektiflikle bakılmıyor. İktidarı eleştirebilen yayıncılara çok ağır cezalar verilirken, iktidara yakın pozisyon almış yayıncılar ne yaparsa yapsın görmezden geliniyor. Tabii bu ister istemez Üst Kurul’da da sıklıkla gerilime neden oluyor. Buradaki gerilim veya bizim konuya yaklaşımımız kişisel değil. Biz orada bireysel bir mücadele vermiyoruz. Biz 83 milyonluk toplumun tüm kesimleri için aslında yayıncılığın denetlenmesi ve düzenlenmesi ilkesini savunduğumuz için mücadele veriyoruz.

RTÜK’ün siyasallaşması Türkiye’deki genel demokratik yapıya ne tür zararlar verir?

İlhan Taşçı: Her şeyden önce RTÜK’ün siyasallaşması demek ekranların artık siyasi bir gözlükle izlenmesi demektir. Oysa tabii ki anayasadan kaynaklı olarak ekranları bir kamu otoritesi, toplumun tüm kesimlerinin duyarlılıklarını dikkate alarak yayınları izlemeli ve o yayınlarla ilgili düzenlemeler yapmalıdır ki bu ideal olandır.

Siyasallaşmış bir anlayış karşımıza şunu çıkartıyor: Mesela şu anki mevcut RTÜK yönetimine, başkanlığa, başkana baktığımızda onun tek bir çabası var. O da şu: Hiçbir şekilde mevcut siyasi iktidar eleştirilmesin, hiçbir şekilde sorgulanmasın, yanlışları televizyon ekranlarından duyurulmasın. Canla başla bunun için mücadele veriyor, bunun önüne geçebilmek için mücadele veriyor. Bu bile tek başına Kurul’un, İç Kurul’un siyasallaşmasının yarattığı sonuçlardan birisidir çünkü doğal olarak RTÜK’ün hep bir denetleyici kısmı öne çıkıyor. Oysa düzenleyici yetkisi de var. Bu yetkiyi ve misyonunu kullanarak yayınların özgürce yayıncılık, yayıncıların özgürce yayın yapabilmesinin önünü açabilecek yetkilere sahipken tam tersine bu yetkiyi tabiri caizse iktidarın propaganda araçları olarak, varlıklarını sürdürmesine dönük bir yaklaşım sergileniyor RTÜK’te.

Aslında bu da mevcut Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu siyasi iklimin birebir RTÜK’e yansımasının bir sonucudur. Hatta şunu da söyleyeyim hem iktidar partisinin genel başkanı olan hem de Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan’ın her türlü talimatını emir telakki edeceğini söyleyen bir RTÜK yönetimi, başkanı var karşımızda.

Faruk Bildirici: Radyo, Televizyon Üst Kurulu Türkiye’deki radyo ve televizyonların tümünü denetleyen ve düzenleyen bir kuruluş ama bu kuruluş tamamen siyasi bir organ haline geldi. Daha doğrusu siyasi iktidarın bir aygıtı haline geldi. Siyasi iktidar yanlısı kanallar ve radyo istasyonlarına tamamen müsamahakâr davranırken diğer eleştirel ve bağımsız kanalların karşısında ve sürekli onlara ceza yağdıran bir kuruluş haline geldi. Birincisi, şu anda RTÜK Türkiye’deki özgür ve bağımsız haberciliği, halkın haber alma hakkını engelleyen bir kuruluştur. İkincisi, tüm yayıncılığı dizilerden, sinemalara ve diğer programlara kadar öyle bir cendereye aldılar. Burada da genel ahlak ve Türk aile yapısı gibi genel bir anlayışı, içeriği ve ayrıntısı çok belli olmayan bir ilkeyi kullanıyorlar. Hem ayrıntıları net belli olmazken hem de kendi ahlak anlayışlarını, kendi yaşam tarzlarını bütün topluma dayatıyorlar. Şu anda öyle bir noktaya geldi. Yani özetlersem, aslında RTÜK hem habercilik hem de bütün televizyon yayıncılığı alanları üzerinde bir baskı aracı durumunda ve Türkiye’deki özgür bağımsız yayıncılığın önünde bir engel.

RTÜK, gerçekten bağımsız bir kurul mu?

İlhan Taşçı: Hayır kesinlikle. Keşke öyle bir kurul, üst kurul olsa. Anayasada, kendi özel yasasında özerk, bağımsız ve tarafsız bir üst kurul olduğu yazılmasına rağmen bu sadece kağıt üzerinde yazılı olan bir durum. Gerçeğe baktığınız zaman bunun asla ve asla doğru olmadığını, bizim söylememizin ötesinde almış olduğu kararlara baktığınızda bile tarafsız, bağımsız, özerk bir yapıda hareket etmediği çok nettir.

Faruk Bildirici: Hayır. RTÜK’ün kuruluşu ve yasası bağımsız ve tarafsız olmasını gerektiriyor. Çünkü hitap ettiği kuruluşlar tamamen farklı görüşlerden farklı alanlardan radyo ve televizyon kuruluşları. RTÜK’ün tüm bunlara eşit ölçeklerle bakması gerekiyor ama öyle değil. Bunu nereden anlıyoruz? Zaten geçen gün RTÜK Başkanı, “Sayın Cumhurbaşkanı emrederse, talimat verirse gereğini hemen yaparız” gibilerinden açıklama da yaptı. Hatta RTÜK Başkanı’nın AKP Genel Merkezi’nde yöneticilerle parti bayrağıyla çektirdiği fotoğraf da var ve zaten RTÜK’ün uygulamaları çok açık. İktidar yanlısı hiçbir kanala verilen ceza yok, tam tersine öbür kanallara verilen cezalar var. Dolayısıyla zaten RTÜK’ün uygulamaları bağımsız ve tarafsız olmadığının çok açık göstergesi. Yani Bekir Şahin başta olmak üzere oradaki AKP ve MHP kontenjanından seçilen üyelerin davranışları bunu gösteriyor. Aslında bakarsanız parti kontenjanından seçilmekle birlikte oradaki üyelerin bağımsız davranması gerekir ama maalesef öyle olmuyor. Tıpkı Türkiye’deki siyasi iktidarda AKP ve MHP koalisyonu olduğu gibi orada da bir AKP ve MHP koalisyonu var ve oradaki çoğunluk her şeye el kaldırıp, indirip karar veriyorlar.

Son dönemi genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlhan Taşçı: Bu son döneme baktığımızda aslında siyasi iktidar şu anda hem yazılı basının hem görsel basının yüzde 95’ini etki altına almış. Neredeyse kopyala yapıştır, birbirinin benzeri yayınlar ve haberlerin çok rahatlıkla yer aldığını görüyoruz ve bunlar saray tarafından kontrol ediliyor. Bunları zaten biz biliyoruz.  Buna rağmen halen özgür, eleştirel yayıncılık yapabilen gazeteler, gazetelere dönük Basın İlan Kurumu (BİK) üzerinden televizyonlara ise RTÜK üzerinden bir baskı kurulmaya, oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun altında yatan nedense şu: Her ne kadar yüzde 95’lik bir kesimi kontrol altında tutsalar da, yönetseler de ve istediklerini yazdırıp, söyletebilseler de yüzde 95’lik kesimin toplamı yüzde 5’lik bir etkiyi oluşturmuyor. Yani şu anda bağımsız yayıncılık yapmaya çalışan yüzde 5’lik kesim yüzde 95’ten daha çok büyük bir özgür ağırlığa sahip. Zaten basının ve yayıncıların üzerindeki baskının altında yatan en temel neden de budur.

Faruk Bildirici: Siyasi iktidarın medya üzerindeki baskısı her geçen gün giderek artıyor. Şimdiye kadar medyanın önemli bir bölümünü gerek TMSF yoluyla gerekse farklı birtakım baskılarla kendisine yakın iş insanlarının eline geçmesini sağladı. Şu anda medyanın büyük bölümü tamamen kontrol altında fakat bunun dışında kalan daha küçük bir alan olsa da bağımsız eleştirel kanallar, radyo istasyonları, gazeteler var ama daha da önemlisi insanlar artık yeni bir mecradan haber alıyorlar: Dijital alanlar ve sosyal medya. Siyaset de buralarda denetim sağlayamıyor. O nedenle de dikkat edilirse son zamanlarda klasik o bazı gazeteleri hedef alma, hapse atmanın dışında da bazı yöntemler gelişiyor. Sosyal medya ilkeleri diye, sosyal medya imece kullanım ilkeleri diye AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal ilkeler hazırladı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun sosyal medya kılavuzu hazırladı ve ondan önce de Sayın Cumhurbaşkanı sosyal medyayı ve o eleştirel bağımsız medyayı virüs olarak nitelendirdi. Şimdi bütün bunların ardından öyle bir noktaya geldik ki şu anda sosyal medyayı hedef alıp orada ki özgür düşünceyi ifade alanını daraltmaya çalışıyorlar fakat bu arada tam bunlar olurken, onlar bunları planlarken ki yasa hazırlığı da oldu.

Meclise bir yasa getirdiler sonra geri çekildi, sonra MHP Kırıkkale Milletvekili sosyal medyaya kimlikle, TC kimlik numarasıyla girilmesine yönelik bir teklif verdi, bu tarz hazırlıklar vardı. Tam o sırada şimdi Twitter Türkiye’deki 7 bin 430 hesabı kapattığını; siyasi iktidar, AKP lehine propaganda yaptıklarını, bir merkezden hareket ettiklerini tespit ettiğini açıkladı ve hesapları kapattı. Yani bir troll ordusu müteessir etmiş resmen Twitter’a ve o troll ordusunu kapattı. Oysa biz biliyoruz ki aslında troll ordusu bu kadar da değil çok daha fazla ama şimdilik bu kadar olmuş. Devam eder mi, etmez mi? Göreceğiz.

Benim tabii şunu söylemem gerekli, bütün dünyada olduğu gibi geleneksel medya hem teknolojinin baskısı altında hem de Türkiye’de siyasi iktidarın baskısı ve demokrasi sorunlarının ağırlığı altında eziliyor. Şimdi burada bir dönüşüm aşaması da diyebiliriz çünkü hem bir yandan baskı var ama bir yandan da yeni teknolojiler, yeni alanlar, yeni mecralarda artık değişim yaşanıyor. Geleneksel medyaya yani gazeteler, basılı gazeteler gerilerken oralarda bir canlanma, ilerleme oluyor.
Şunu söylemem gerekli, Türkiye’de geleneksel medyanın güvenilirliği, inanılırlığı şu anda yerlerde sürünüyor. O nedenle de bu medyanın bir daha ayağa kalkması, insanları bir daha güvendirmesi çok zor ve ben şuna inanıyorum: Yeni buralardan değil, yeni mecralardan yani dijital alanlardan ve yeni medya kuruluşlarından çıkacak.

Türkiye’deki medya-devlet-ticaret ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlhan Taşçı: Bunların hepsi artık matruşka gibi iç içe geçmiş. Birbirinden beslenen, birbirini destekleyen bir durum söz konusu. Baktığımız zaman okunmayan gazetelerin yüz binlerce takipçi rakamları çıkıyor ki bunların hepsi manipülatif rakamlar. Zaten gerçek rakamlar, okunurluklar değil. Bunu çok rahatlıkla görebilirsiniz. Baktığınız zaman kamu bankasından iktidarın desteği ile alınmış kredi ile yayıncılık yapan yayıncılar var bugün. Bunları düşündüğünüz zaman zaten bunların iktidar karşıtı bir yayıncılık yapması veya iktidarı eleştirebilmesi ya da iktidarı sorgulayabilmesi mümkün değil. Bunlar iktidarın desteği ile kamu bankalarından alınmış krediyle varlıklarını sürdüren yayıncılar. Aslında tam anlamıyla yayıncı demek bile çok mümkün değil bunlar için. Dolayısıyla devlet, medya ve yayıncılık sektörünün bu iç içe geçmiş hali ister istemez özgür ve eleştirel yayıncıların önündeki en büyük engellerden birisi olarak karşımıza çıkıyor.

Faruk Bildirici: Türkiye’de medya, basın hatta daha önce matbaa dönemi zaten hiçbir zaman Türkiye’deki egemen düşünce yapısından çok uzakta olmadı. Hep onların doğrultusunda, hem onların uzantısı gibi işlev gördü. Egemen düşüncelere muhalif, onları eleştiren, onların tuzağına düşen bir yaygın medya zaten yoktu. Özellikle 1980’lerden sonra da Türkiye’de medyanın sahiplik yapısı değişti. Medyada sadece yayıncılıkla uğraşan, sadece gazete, dergi sahibi olan iş insanları uzaklaştı onların yerini holding sahipleri aldı. Holding sahiplerinin alması belki medyanın güçlenmesi anlamına gelebilirdi ama maalesef öyle olmadı. Çünkü Türkiye’deki uygulamalardan da biliyoruz, bir şirket ne kadar genişse, siyasi iktidarın baskıları da o kadar geniş oluyor.

Dolayısıyla siyasi iktidarın karşısında zayıf oluyor. Bu anlamda bakıldığında Türkiye’de yaşayan bir dolu örnek var. Örneğin Doğan Grubu bu iktidar karşısında direnemedi ve en sonunda baskılar ve vergi cezaları derken çekilmek zorunda kaldı. Daha önce de benzer örnekler olmuştu. İşte Sabah Grubu için bir şeyler olmuştu, işte en son Ciner Grubu Habertürk’ü kapattı, böyle örnekler yaşandı. Tam bu sahiplik yapısının değişim aşaması aslında Türkiye’de de bir yandan da özel radyo, televizyonların açıldığı döneme onun ardından da işte dijital teknolojinin, internetin, internetteki haberciliğin başladığı bir döneme rastladı. Şimdi bu kadar büyük bi değişimin, dönüşümün olduğu dönemde medyalar, medya kuruluşları ise bir yandan siyasi iktidara karşı zayıf daha sonra bağlantılı, bir yandan da iş dünyasıyla iç içe hale geldi. Medyanın kamu yararına toplumun çoğunluğunu savunması, sessizlerin sesi olması gerekiyor diye düşünüyoruz ama maalesef öyle olamadı. Tam tersine daha çok siyasi iktidarın ve çıkar gruplarının sesi haline geldi ve toplumdan tamamen uzaklaştı. Şu an içinde bulunduğumuz durum da yaygın medya için aynen devam ediyor. Toplumun tümünden uzaklaşmış, daralmış ve hem siyasi aygıt hem de güç odaklarının kullandığı bir araç halinde maalesef.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/29907
Yol: Ana sayfa » Yazılar » “RTÜK bağımsız bir kurul değil”

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat