Ankaralı şair Hüseyin Atabaş hayatını kaybetti
Ankaralı şair Hüseyin Atabaş dün hayatını kaybetti.
Bir söyleşisinde yazmayı “yaşamla içli dışlı olmak” olarak nitelendiren şair ve yazar Hüseyin Atabaş, dün 77 yaşında hayatını kaybetti. Atabaş’ın cenazesi bugün öğle namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilecek.
İlk şiiri 19 yaşındayken yayımlanan Atabaş, eserleriyle ellinin üzerinde dergide yer almış ve pek çok kitap ve edebiyat çalışmasına imza atmıştı.
İlk kez lise yıllarında geldiği Ankara’ya, askerlik için de yolu düşünce bir daha geri dönmeyen Atabaş, Ankara’nın şairleri arasında yer almıştı.
Atabaş, 2011 yılında yayımlanan “Yazarların Ankara’sı” adlı derlemede de yer almış ve şunları yazmıştı:
ANKARA, SICACIK BİR YÜREK…
On dört yaşında Trabzon’da bir Austin kamyonla başlayan yolculuğumun ilk durağı Elazığ, ikincisi Kütahya, üçüncüsü de Ankara; kırk yıl oldu buradayım. Arada, bir yıldan biraz fazla bir süre Trabzon’a dönüşüm var… Yıl 1963, Ankara’ya ilk gelişim bir Ağustos sıcağına rastlar. Neden mi Ağustos sıcağına vurgu yapıyorum? Çünkü yolculuğumun bir önceki durağı, yani Kütahya soğuğuyla ünlüdür. Vakti zamanında, Kütahyalı bir genç Arabistan’a asker olarak gitmiş, izinli olarak döndüğünde; “Ne var ne yok oralarda, havalar nasıl?” diye sormuşlar. Delikanlı, “Valla on bir ay yirmi gündür ordayım, kış ya benden önce gelip gitti ya da benden sonra gelmiştir” demiş. Ankara’nın Ağustos sıcağı da ben de öyle bir etki yaratmıştı, halbuki Ankara’nın kışının da hatırı sayılmayacak gibi değildir. Ama Ankara, insanları ve kent dokusuyla hep sıcacık bir yürek olarak kucakladı beni.
Benim ilk geldiğimde Ankara henüz bir metropol irisi değildi. Kızılay’dan on beş yirmi dakikada bir, boynuzlu otobüsler geçerdi. İlk oturduğumuz semt olan Bahçelievler’de hanımeller, güller, sarmaşıklar arasındaki bina dokusu henüz bozulmaya başlamıştı. Evimizin üzerinde olduğu 1. Cadde’nin başından sonuna dek yürüseniz ya üç ya da beş otomobil görebilirsiniz. Anıtkabir’le Bahçelievler arasında, şimdiki Fevzi Çakmak Caddesi’nin olduğu yerde koyun ağılları, Anıtkabir’in çevresinde buğday tarlaları vardı.
Ama beni asıl ilgilendiren bunlar değildi. Ankara’da hangi yazarlar şairler yaşıyordu? Onlarla tanışabilme umudu heyecan veriyordu bana. İstanbul’da çıkan, benim de şiirlerimin yayımlandığı Zeren Dergisi’nden bildiğim şair Ömer Faruk Aytemiz’in Gaziosmanpaşa’da oturduğunu biliyordum. Telefon etmeden, randevu almadan bir Pazar günü kapısına dayandım. Oturdukları iki katlı villa gibi eve kabul edildiğimde, hali vakti yerinde insanlar olduklarını anladım. Bir yarım gün beni konuk ettiler, kendisiyle Zeren Dergisi için bir söyleşi yaptım, akşam yemeğini birlikte yedik… İşte benim için Ankara’daki ilk mutlu gün buydu. Sonra Trabzon’a gittim, 1965 yılında Ankara’ya asker olarak geldim, işte geliş o geliş.
12 Mart günlerdin Ulus Gazetesi’nin Ali Püsüllüoğlu’nun yönettiği ‘Sanat’ sayfasında ‘Özün’ adlı bir derginin çıktığı duyurusunu okudum. Hemen bir mektup yazdım ve bir şiir gönderdim. Yanıt gecikmedi, Osman Nuri Doğan imzasıyla gelen mektupta şöyle deniliyordu: “Şiirinizi sevdik, ama bu netameli günlerde yayımlamamız olanaklı değil. Bize, Celal Vardar’ın deyişi ile ‘Suya dokunmazmış / Sabuna dokunmazmış / Pise bak’ türünden ‘pis şiirler’ gönderin.” Gönderdiğim iki ‘pis şiir’, tek yapraklı ‘Özün Sanat Gazetesi’nin’ bir sonraki sayısında yayımlandı. Birkaç gün sonra da gazeteyi çıkaran Osman Nuri Doğan, nam-ı değer Osman Numan Baranus, çıkageldi. Nasıl mutlu oldum, bilemezsiniz. Dost Dergisi’nde şiirleri yayımlanan Baranus kalkıp bana gelmiş, bundan büyük mutluluk mu olur? Baranus’un aracılığıyla Celal Vardar’ı, Nusret Kemal Otyam’ı, Hasan Şimşek’i tanıdım. Daha sonra, Elazığ’dan öğretmenim olan Vecihi Timuroğlu’yla karşılaştım. Cemal Süreya’yı, Remzi İnanç’ı, Nisa Kadıbeşegil’i, Ali Püsküllüoğlu’nu, Muzaffer Buyrukçu’yu, Osman Bolulu’yu, Hasan Hüseyin’i, Veysel Öngören’i, Ceyhun Atuf Kansu’yu, Cahit Külebi’yi, Muzaffer Hacıhasanoğlu’nu, Gökalp Erturan’ı, Metin ve Füsun Altıok(Akatlı)’u, Veyse Öngören’i Ahmet Telli’yi, Özdemir İnce’yi, Zerrin Taşpınar’ı, Çetin Öner’i, Behçet Aysan’ı ve daha nicelerini tanıdım. Mutluluk halkam gittikçe genişledi, genişledi…
Birlikte Kızılay-Ulus, Kızılay-Çankaya arasında yürüyüşler yaptığımız o günler ne güzel günlerdi, unutmak olanaklı değil. Gerçi ben bugün de Ankaralı şairlerin, yazarların, sanatçıların yüreğindeki o bozkır sıcaklığını duyumsuyorum. Ama, ne Ankara kenti o eski Ankara, ne de insanlar o eski insanlar, diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Eyvaaah, yoksa yaşlanıyor muyum?
Hüseyin Atabaş Kimdir?
Hüseyin Atabaş, 1942 yılında Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinde doğdu. İlk kez 19 yaşında bir dergide şiiri yayınlanan Atabaş, Lise ve yükseköğrenimini Ankara’da yaptı. Atabaş, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezunu olduktan sonra çeşitli kurumlarda memurluk ve yöneticilik yaptı ve 1994‘te emekli oldu. 1999‘dan bu yana TÖMER Dil Öğretim Merkezi‘nde editör olarak çalıştı. Başta Türk Dili, Oluşum, Varlık, Kıyı, Bahçe, Biçem, Bir Yeni Biçem, Broy, Dize, Düşlem, Edebiyat ve Eleştiri, Kum, Sanat Dünyası, Şiir Odası, Şiir Ülkesi olmak üzere elliyi aşkın dergide şiirleri; Barış, Cumhuriyet, Siyah Beyaz ve Yeni Ortam gazetelerinde sanatsal ve toplumsal konulardaki yazıları yayımlandı. Atabaş, 1974 Demokratik Sol Dergisi Kültür-Sanat Yarışması Şiir Dalında birincilik ödülü ve 1994 Cevdet Kudret Şiir Ödülünün sahibi oldu.
Hüseyin Atabaş’ın; Gelecek (1975), Yanarca (1979), Bitmeyen (1983), Yüzün Bende (1988), İlkyaz Töreni (1993), Saydam ve Gizli (1997), Düşe Yazdım (2002) adıyla yayınlanmış eserleri bulunuyor.
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/21727
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Ankaralı şair Hüseyin Atabaş hayatını kaybetti
Bir cevap yazın