Usta gazeteci Faruk Bildirici’nin Hürriyet’teki işine son verildi
Gazeteci Faruk Bildirici’nin, 27 yıldır çalıştığı Hürriyet’teki işine son verildi.
Hürriyet gazetesi okur temsilcisi, B.Y.Y.O. mezunu gazeteci Faruk Bildirici’nin işine son verildi. Bildirici, 39 yıllık meslek hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Hürriyet’te Büro Şefliği, araştırmacı yazarlık, köşe yazarlığı yapmış portre söyleşiler hazırlamıştı. Son 9 yıldır gazetenin okur temsilciliği görevini yürüten usta gazetecinin son dönemde Hürriyet yönetiminden gazeteyi eleştirmemesi yönünde uyarılar aldığı söyleniyordu.
Bildirici, 25 Şubat’ta Hürriyet’teki köşesinde yayınlanan yazısında, gazetesinin “Soylu’dan taciz iddiasına yanıt: Polisin ezilmesine müsaade etmeyeceğiz” başlıklı haberini değerlendirmişti. Bildirici, Hürriyet’in bir polis memurunun gözaltı sırasında protestocuyu taciz ettiği iddialarını belirtmeden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sözlerine yer vermesini eleştirmişti. Bildirici, yazısında konuyla ilgili olarak “Okurun olayı doğru değerlendirebilmesi için olaya ilişkin bilgilerin eksiksiz ve nesnel bir dille aktarılması gerekirdi. Unutmayalım, eksik ve tek yanlı bilgi, yanlış bilgidir” değerlendirmesine yer vermişti. Bu yazının ardından Bildirici’nin yönetim tarafından bir kez daha uyarıldığı belirtiliyordu.
Mesleğe öğrencilik yıllarında gazetemiz GÖRÜNÜM’de başlayan Bildirici’nin 27 yıldır çalıştığı Hürriyet’e, veda yazısının yarın yayınlanması bekleniyor.
Bildirici’nin, Hürriyet’te okur temsilcisi olarak çalıştığı dönemde yazdığı yazıları derlediği “Günahlarımızda Yıkandık” kitabı geçtiğimiz yaz okurla buluşmuştu. Usta gazeteci bir yandan çeşitli kurumlarda dersler de veriyordu. Bir dönem İLEF’te de dersler veren Bildirici, şuan Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümünde gazetecilik dersleri veriyor.
Deneyimli gazeteci ile 2014’te GÖRÜNÜM’ün 111’inci sayısında bir araya gelmiştik. Bildirici, öğrencilik dönemlerinden okur temsilciliğine uzanan meslek serüvenine ilişkin sorularımızı yanıtlamıştı.
Bildirici ile yaptığımız o söyleşi:
12 Eylül gibi olağanüstü bir dönemde gazeteciliğe başladınız. Bugünlerde de olağanüstü dönemlerden geçiyoruz. Kendi deyiminizden yola çıkarak bugünlerdeki gazetecilik hakkında ne dersiniz?
O dönemle bu dönem arasındaki zıt benzeşimi şöyle kurabilirim. Hemen her gün öğleden sonra telefon geliyordu ya buraya ya da İstanbul’a. Bazen bu bir yüzbaşı ya da onbaşı oluyordu, diyordu ki; “bugün falanca olayla ilgili yayın yasağı var.” Tak! Kapatıyor telefonu ve sen de yazamıyorsun. Öyle bir noktaya geldi ki biz yaşanan olayları askerlerin araması ile öğrenir olduk. Çünkü bilmediğimiz şeyleri söylüyorlardı “bu konuda yayın yasağı var” diye. Haber kaynağı oluyorlardı bize. Biz sınırımızı yayın yasağı ile yaşayarak öğrendik. Yayın yasağı olan haber yazılsa bile geceden dağıtımı engelleniyordu. Biz yayın yasağından dolayı yazamasak bile uluslararası medyaya haberleri veriyorduk. Özellikle BBC radyo o dönemde çok dinleniyordu Türkiye’de.
Ama bugün böyle bir sansür yok. Ancak bence çok ciddi bir oto-sansür var. Gazeteciler iktidar ile ilgili bir şey yazarken durup düşünmek zorunda kalıyor. Bence sansür ve oto-sansür biz gazeteciler için çok önemli bir sorun. Fakat oto-sansürün her zaman için sansürden daha kötü sonuçları oluyor. Dediğim gibi sansürle nasıl mücadele edileceğini biliyorsun. Fakat oto-sansürde sınırını bilmiyorsun. Bir camdan odaya kapatılmış kuşlar gibisin, sınır yok sürekli duvara vuruyorsun bir süre sonra kafanı duvara vurmamak için daha geriden uçuyorsun yani daha geriden hareket ediyorsun. Sonuçta oto-sansürü yapmak isteyen kişi dolayısıyla daha geriden geliyor.
Geçtiğimiz yıllarda yüzün üzerinde tutuklu gazeteci vardı Türkiye’de. Bugünlerde ise altmışın üzerinde gazeteci tutuklu durumda. Tutuklu gazeteciler ve ifade özgürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?
İlk olarak medyayla ilgili iktidarın tutumunun bir parçası diye bakıyorum. İkincisi bu iktidar sadece medya ile değil kendisinin karşısında olan, muhalif durabilecek önündeki engelleri temizlemek ve diz çöktürmek için uğraştı. Bunu yaparken bir ülkedeki bütün muhalifleri, karşısındaki güçleri diz çöktürmeye çalışırken de yargıyı önemli bir araç olarak kullandı. Yargıyı böylesine bir araç olarak kullanınca da orada doğrular ve yanlışlar, suçlular ve suçsuzlar, muhalifler ve çete üyeleri, gazetecililerle askerlerle karanlık dünyaların insanlarını bir arada tuttu. Aynı potada aynı çuvalda eritildi. İktidarın Ergenekon, Balyoz gibi bir takım davalarda bazı haklı yönleri olabilir diye altını çizsem bile bu davalar sonuçta siyasi bir araç olarak kullanıldı ve bütün muhalifler, gazeteciler hapse atıldı. Yapılan şey bu. Adil bir yargılama olduğuna inanmıyorum. Adil bir süreç olmadı ve sonunda siyasi iktidara bağlı onun vesayeti altında bir yargı oluşturuldu. Tıpkı diğer güvenlik güçlerinde olduğu gibi. Gazeteciler de bundan nasiplendi. İçeri atılan gazeteci arkadaşlara “kimi öldürdün?”, “silahını nereden aldın?” gibi sorular sorulmadığına göre sadece “bu haberi niye yazdın”, “şu kitapta ne var”, “şu notlarında ne var” diye sorulması bile zaten her şeyi gösteriyor.
Gazetecilere uygulanan şiddet ve “ileri demokrasi” söylemi arasındaki çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu ülkede gazetecilere şiddet gösterilmesi de yeni bir şey değil. 30 yıllık gazetecilik tarihimde de çok örneğini gördüm. Biz her zaman olaylarla karşılaştık. Fakat tabii işin üzücü yanı, dünya değişiyor, gelişiyor, biz hala aynı noktadayız hala aynı şeyi yaşıyoruz. Üstelik adına “ileri demokrasi” derken oluyor bunlar.
Muammer Aksoy’un cenaze törenindeydik. Orada bizim gazeteci arkadaşlara polis çok şiddet uyguladı. Mehmet Ağar Emniyet Müdürü’ydü yanlış hatırlamıyorsam. Bir arkadaş hastanelik oldu, başka birini köprüden attılar, sert şeyler oldu. Neyse, biz sonra Başbakanlığın önünde eylem yaptık. Yıldırım Akbulut’tu Başbakan. Akbulut geldi, ne olduğunu bize sordu. Biz de polisin şiddetli tavrından bahsederek kendimizi korumak için kask takmaya karar verdiğimizi söyledik. Tabii bugün olsa herhalde biz o merdivenlerde öyle duramayız, mümkün değil, kim bilir neler olur.
Okur temsilciliği gazeteciliğe bakış açınızı değiştirdi mi? Sizce Türkiye’de okur temsilciliği tam anlamıyla işler durumda mı?
Okur temsilciliği, gazeteciliği yeniden öğrenmeme neden oldu. Gerçi gazetecilik her gün yeni şeylerin öğrenildiği bir meslek, eğer açıksanız tabii. Her gün yeniden öğrenecek, yeniden gözden geçirilecek bir meslek. Her gün kendinizi yenilemeniz şart. Fakat şöyle söyleyeyimsonuçta muhabirken ya da yöneticiyken daha dar alanda kendi yaptıklarınızı değerlendiriyorsunuz. Size yöneltilen eleştiriler daha dar alandaydı, oysa şimdi okur temsilcisi olarak Hürriyet’in ilan sayfasından spora, spordan magazine, magazinden siyasete kadar her tür eleştiriyi görüyorum. Çoğu zaman onlardan gelen eleştirilere hak veriyorum. Gazetede çalışanlar, biraz egoları yüksek insanlardır, ben de dâhil. Dolayısıyla eleştirilere tahammül azalıyor ama yine de şunu söylemek gerekiyor, bu arkadaşlara uzun uzun tartışarak sakin davranarak bazı şeyleri değiştirmeye etkili olmaya çalışıyoruz. Okur temsilciği Türkiye’de yeni bir müessese, 15 yıllık geçmişi var. Ama çok etkili olduğuna inanıyorum.
Okur temsilciliği, daha bağımsız bir organ, diyebilirim, keyifli bir iş olduğunu da söyleyebilirim.
Gazetecilik alanındaki örgütsüzlüğün, gazeteciliğin bugünkü durumuyla ilişkisi nedir sizce?
Ben örgütsüzlüğün yanlışlığına inanmışımdır. Sendikadan önce bizim, derneklerde, cemiyetlerde örgütlenmemiz lazım, sendika tabii ki gerekli ama oraya gelmeden önce Türkiye’deki gazetecilerin örgütlendiği tek cemiyet çatısı yok. Bence gazeteciler hatalarından dolayı mahkemelerde yargılanmamalı, gazetecilerin etik tartışmaları yine gazeteci örgütleri tarafından tartışılmalı ve gerekirse cezalandırılmalı. Gelişmiş ülkelerin tersine basın örgütleri, basın kartını kendisi veremeyecek durumda. Ülkemizde basın kartı alabilmek için koşulları devlet belirliyor ve veriyor. Kendi örgütlenmemiz güçlü değil ki “bir dakika kardeşim sen dur” diyemiyoruz. Ne mesleki sorunları çözebiliyoruz ne de bireysel sorunların çözümünde bir şeyler yapabiliyoruz. Uzun süre çalışan gazeteciler için verilen yıpranma payı kaldırılıyor, biz onu bile savunamıyoruz ki bu, yıllar önce alınan bir haktır.
Gazetecilikte havuz haberciliği başat hale gelmiş durumda. Sizce yayın politikaları, hedef kitleleri farklı olan gazetelerin aynı haber havuzunu kullanıyor olmaları gazetecilik açısından ne anlama geliyor?
Havuz ortak çalışılan alanlardır. Radikal ve Hürriyet arasında bir havuz var. Radikal’in haberlerini Hürriyet, Hürriyet’in haberlerini Radikal yayınlayabiliyor. Ama ajans haberciliği havuz değil, sonuçta ajans kaynaklı haberlerin kullanılması başat oluyor. Onun da bir adım ötesi rutin haberciliğin ağırlıkta olması ya da onun da bir adım ötesi siyasilerin açıklamalarına dayanan haberciliğin başat olması doğaldır. Bunların tabi ki gazetecilik için bir problem olduğunu düşünüyorum. Gazetecilik giderek “tirajları nasıl koruruz, satışı nasıl sürdürürüz” noktasına taşındı. O zaman da iş daha iyi içerik için değil de “okuru nasıl elimizde tutarız” kaygısına döndü. Medya Gezi’den sonra daha iyi kullanılmaya başlandı ve bu sayede medya ufkunu aştı. Her ne kadar penguen ya da bir takım sembollerle eleştirilse de NTV gibi bir kanal kendi binasının önünde yapılan eylemi haber yapıyorsa… Evet bir yanlış var ve o yanlışı medya kuruluşları anladılar.
Öğrencilik döneminizde GÖRÜNÜM’de çalışmaya nasıl başladınız, size katkıları neler oldu?
Bizim dönemde “Gazetecilik ve Halkla İlişkiler” bölümünde 20 kadar öğrenci vardı. Gazeteciliği gerçekten yapmak isteyen 8-10 arkadaştık biz. Daha çok hocamız Yazgülü Aldoğan’ın odasında çalışıyorduk. O oda basın işleri odası gibiydi. Ve orda biz gazeteciliği sadece teorik anlamda öğrenmekle kalmayıp pratiği de öğrendik. Söyleşiler yapmak, haber yazmak bana büyük katkıda bulundu. Şöyle söyleyeyim, gazeteciliği ben ilkokul yıllarından beri seviyor ve gazeteci olmak istiyordum. Gazetecilik yapmak benim için bir tutkuya dönüşmüştü. GÖRÜNÜM benim için bunun elle tutulur bir şey haline gelmesini sağladı. Neticede bu pratikten sonra Cumhuriyet gazetesine staja gittiğimde çok yararını gördüm.
Gazetecilik, donanımlarınızı iyi yüklenmediğiniz zaman, silahlarınızı iyi kuşanmadığınız zaman zor yapılabilecek bir iş. Donanımlardan ve silahlardan şunu kast ediyorum; yabancı dil bilgisi, genel kültür, uzmanlaşma, bilgisayar bilgisi, arşivcilik, araştırmacılık vs. Bütün bunları iyi bilmeniz lazım. İşte GÖRÜNÜM bana bunları öğretti. Bu iş iyi çalışırsan, disiplinle çalışırsan olabilecek bir iş.
Gazetecilik mesleğine yeni başlayacaklara ne önerirsiniz?
Gazetecilik sevmeden yapılacak bir şey değil öncelikle gazeteciliği sevmek, donanımları iyi yüklenmek gerekir. Bu yaşta diğerlerinden iki adım, beş adım, on adım geriden başlamak istemiyorsanız iyi yükleneceksiniz, iyi hazırlanmış olacaksınız. Tabi ki her meslekte olduğu gibi bu meslekte de artılar birikir. Hem artıları eksileri biriktirmek hem de gazetecilikte ilkeli olmak zorundasınız. Etik kurallara her zaman uymak zorundasınız. İnsani ilişkilerinizde insanı her zaman gözetmek zorundasınız. İnsanı gözetmekten kastım da, bütün etik kuralların yanında, vicdan. Hatta etik kurallara bakmadan da sadece vicdanınıza bakarak neyin doğru neyin yanlış olduğu anlamanız mümkün. Eğer bir haberi yazarak bir insana zarar veriyorsanız o haberi yapmayacaksınız, o kadar net. Bir gün Kızılay’da yürürken kendi kendime konuşuyordum; “Oğlum Faruk, bu meslekte bir şey olabilirsin, olmaya da bilirsin, hiç önemli değil ama her zaman kendin gibi olmalısın. Kendi çizgin olmalı, kendi tutarlılığın olmalı ve kendi tarzını sürdürmelisin” dedim ve onu uygulamaya çalıştım gazetecilik yaşamım boyunca. Tabi bunu ne kadar uyguladım karşı taraftakiler, okuyanlar söyleyecek.
Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim, başarılar dilerim.
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/21832
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Usta gazeteci Faruk Bildirici’nin Hürriyet’teki işine son verildi
Bir cevap yazın