6 Kasım 2024, Çarşamba - 22:38

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

“Mücadelelerine çok inandığımız genç meslektaşlarımızla yola devam edeceğiz”

Tarih: 20 Eylül 2023

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 32

Hale Gönültaş gazeteciliğe 1996 yılında Evrensel Gazetesi’nde başladı. savunma,cumhurbaşkanlığı ve parlamento muhabiri olarak çalıştı. 2014 yılından bu yana serbest gazeteci olarak çalışıyor. Mültecilerle ilgili haberleri, İŞİD, El Kaide, Taliban, Hizbullah gibi cihatist, selefi örgütlerin örgütlenme yapılarını, faaliyetlerini, istismar edilip köleleştirilen kadınları ve çocukları ortaya çıkaran haberleriyle birçok ödüle layık görülen Gönültaş Görünüm’ün sorularını yanıtladı.

Hale Gönültaş, gazeteciliğe 1996 yılında Evrensel Gazetesi’nde başladı. Akşam ve Sabah gazetelerinde savunma, Vatan Gazetesi’nde ise Cumhurbaşkanlığı ve parlamento muhabiri olarak çalıştı. ANAP kurucularından Mehmet Keçeciler ile merkez sağ siyasetin analizini içeren “Merkez Siyasetin Perde Arkası” isimli söyleşi kitabını hazırladı. Ankara Barosu için “Savunma’nın Başkenti” adlı belgeseli çekti. 2014 yılından bu yana serbest gazeteci olarak çalışıyor. Hale Gönültaş, İran, Irak, Lübnan ve Suriye gibi savaş ve çatışma bölgelerinde, göç yollarında da gazetecilik yaptı. Hale Gönültaş bu yıl Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf’ı tarafından ödüle layık görüldü.

“Selefi Cihatçıların ‘ribat’ mekânı: Temel eğitime gönderilmeyen çocuklara bodrum katında eğitim” başlıklı haberiniz ÇGD Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik ödülü aldı. Biz de Görünüm olarak tebrik ediyoruz. Haberin oluşum sürecini ve bir gazeteci olarak o süreci nasıl deneyimlediğinizi öğrenmek isteriz.

Radikal islam, cihat ve dolayısıyla IŞİD, El Kaide gibi radikal örgütlerin yapılanması, faaliyetleri çalışma alanlarımdan. IŞİD’in Suriye’de toprak kaybetmesinin ardından binlerce örgüt  militanı sınırdan Türkiye’ye geçiş yaptı. Türkiye’ye geçen Türkiyeli ve yabancı uyruklu IŞÎD’liler  örgüte yeni eleman kazanmanın   yanı sıra çocuklara IŞİD ideolojisi eğitimi için  pek çok ilinde kitapçı, çay ocağı adı altında “ribat” (ileri karakol merkezi) mekanları oluşturdu. Fakat adresleri öğrenmek biraz daha içlerinde olmayı zorunlu kılıyordu. Ankara’nın muhafazakar semtlerinden birinde dükkândan bozma bir mekânda kadınlar için temel Arapça eğitimi verildiğini öğrendim. Başvurdum ön görüşmeye çağırdılar. Ön görüşmede yöneltilen sorular özel yaşam ve cihada bağlılık yönündeydi. Bu nedenle çalışan alana hakimiyet, kavramlara hakimiyet ve haber öncesinde çok sayıda cihada gidip dönen kişi ile konuşmuş olmak bu tip haberlerde hem sonucu olumlu kılıyor, hem de güvenlik risklerini aza indiriyor. Bir ay kadar haftada dört gün sabahları kurslara katıldım. Arkadaşlık kurdum. Kursta eğitmen olarak görev yapan kadınlardan ikisi daha önce eşleri ile IŞİD’e giden, Suriye’de bulunan kadınlardı. Fakat eşleri öldükten sonra IŞİD’lilerin tutulduğu Al Hol kampından kaçakçılar aracılığıyla çocukları ile Türkiye’ye kaçak yollarla gelmişlerdi.

Daha açık söylemek gerekirse IŞİD’li kadınlara ilişkin dava dosyalarından Hatay Reyhanlı’da hâkim karşısına çıkıp serbest kaldıklarını ve Ankara’da oturdukları bilgisine sahiptim. Çok sayıda dava dosyası okumak, iddianame okumak isimleri not almak, hem haberlere ve alana hakimiyet hem de kişileri bilmek açısından önemlidir, bunun da altını çizmiş olayım. Kursta kadınların güvenini sağladıktan sonra Ankara’da Başpınar Mahallesi ve Sincan’da IŞİD saflarında eşleri ölen ya da yetim çocukların “ribat” merkezlerinde eğitim aldıkları bilgisine ulaştım. Fakat ribat merkezlerinden sadece Başpınar Mahallesi’ndekinin adresini öğrenebildim. Adresi öğrendikten sonra ikinci adresi öğrenmek için çok zorlamadım,  bir noktada oradan ayrılmak gerekiyordu.  Eğitmenlere ‘sağlık sorunlarım olduğumu’ ifade ettim ve kursu bıraktım.

Başpınar Mahallesi’ndeki ribat mekanını haberleştirmek için kendimi hazır hissediyordum. Başpınar Mahallesi’ndeki adrese iki gün üst üste sabah erken saatte gittim. Aracın içinde oturarak uzaktan izleyerek, giren çıkanlara bakarak ortamı anlamaya çalıştım. Çocukların geliş saatlerini, içeri giren çıkanları uzaktan da olsa fotoğraflamaya çalıştım. Haberde de aktardığım gibi devleti “tagut” olarak gördükleri için temel eğitime gönderilmeyen takkeli-şalvarlı temel eğitim yaşı ve altındaki çocuklar servislerle mekâna getiriliyorlardı. Üçüncü gün mekâna girmeye  karar verdim. Fakat muhabir kimliğimle girersem güvenliğim tehlikeye girebilirdi. Üstelik gazeteci kimliği ile ribat merkezine girmek mümkün değildi ve çocukların varlığını ve orada olan biteni kamuoyuna duyuramayacaktım. Bu nedenle “selefi tevhid’i selam grubuna katıldıktan sonra evinden ayrılan yeğenini arayan bir teyze” olarak mekâna girmeye karar verdim. Başımı siyah bir başörtüsü ile kapatarak  içeri girdim. Çarşafsız bir kadın olmam nedeniyle mekâna adım atar atmaz içerdeki şahıslar sırtlarını döndü. Kadının girmesinin günah olduğunu, ’erkek ile gelmem’ söylendi. Fakat yıllardır radikal İslam haberleri yaptığım, cihat ideolojisi ve diline hâkim olduğum için iletişimde doğru kelimeleri seçebildim.

Haberde önemli faktörlerden biri fotoğraf çekebildiğim saniyeler içinde hızlıca dijital güvenliği sağlayabilmekti. Fotoğraf çektiğim fark edilip silinmesini istediklerinde, zaten fotoğrafları kurum mail adreslerine göndermiş, kişilerin yüz fotolarını da silmiştim. Dolayısıyla fotoğrafları silmemi istediklerinde, hatta telefonumu ellerine aldıklarında gördükleri tek fotoğraf bina fotoğraflarıydı ki onlar da zaten editörlere ulaşmıştı. Dolayısıyla silmelerinde de bir sorun yoktu. Mekândan ayrıldıktan sonra da uzunca bir süre yürüdüm. Beni bekleyen aracın takip edilmemesi de ihmal dahilindeydi. Bu nedenle beni bekleyen aracı sürekli daha ileride bir noktaya yönlendirdim. Yarım saatten fazla yürüdüm ve mahalleden uzaklaştıktan sonra  araca bindim.

Haberinizden sonra olumlu, olumsuz nasıl tepkiler aldınız?

Haber, gece 00.30’da Kısa Dalga isimli internet sitesinde yayımlandı. Sabah da Ankara TEM ekipleri haberde geçen mekân başta olmak üzere bu mekanlarda bulunan şahısların evlerine baskın düzenledi. Çocukların kurtarılması, Suriye’de çatışma bölgesinde doğan çocukların -kimliksiz çocukların- tespit edilmesi devlet koruması altına alınmaları kıymetliydi. Öğlen saatlerinde Emniyet’ten yapılan açıklamada göz altına alınanlar arasında üç üst düzey IŞİD’li bulunduğu belirtildi toplam 18 kişi göz altına alındı. Üç üst düzey IŞİD’linin tutuklandığı da açıklandı. Tabi her haberin bir bedeli oluyor. Bu haberden sonra da sosyal medya üzerinden, elektronik posta, ve kurum elektronik posta hesaplarım üzerinden tehdit içerikli mesajlar geldi. Gelen mesajlar da avukat arkadaşlarımız tarafından savcılığa bildiriliyor.

14 Aralık 2022 de Manisa’da cinsel istismara uğramış kayıp bir çocuğun öyküsünü işlediniz. Bu haberin ardından da bir soruşturma geçirdiniz. Medya üzerinde yaratılan bu baskı ortamını ve bu ortamda yürütülmeye çalışılan gazeteciliğin bugün geldiği noktayı nasıl değerlendirirsiniz?

Açık söylemek gerektirse haberin içeriği yeterince ağırdı. Haberi yazmaya başladığım sırada 12 yaşındaki Didem (mahlas isimdi) kayıptı ve annesi öldürülmüş olabileceğini düşünüyordu. Hatta ben de bir ara gel gitler yaşadım. Ama eğer vefat etmiş olsa bile, bulunması gerekiyordu. Sürekli kendimi telkin ettim. Umutsuzluğa kapılmadım. Didem bulunmadıkça yazmaya devam ettim. Altı gün boyunca 12 yaşında devlet korumasındayken nasıl kaybolduğunu, nasıl pavyonlarda çalıştırılabildiğini, nasıl uyuşturucu bağımlısı olduğunu sorguladım ve “Didem’i bulacağız, bulmak zorundayız” vurgusunu yaptım.

Kamuoyunun, siyasi parti liderlerinin, bölge milletvekillerinin, uluslararası insan hakları örgütlerinin, hatta Unicef’in destekleri çok kıymetliydi. Meslektaşlarımın, sevgili İsmail Küçükkaya her gün programında “Didem nerede?” diye sordu. Kimi zaman programda “Didem neden bulanamıyor” diye beraber sorduk. Merkez medya dahi Didem için seferber oldu. Herkesin tek bir ortak hedefi vardı: Didem’in sağ olarak bulunması. Sonuçta Didem bir çocuğun asla bulunmaması gereken bir mekanda uyuşturucu komasındayken bulundu.

Fakat bu haberler sonrasında bir gece eve “tehdit korkutma, kriminalize etme” amacıyla polisler geldi. Yine meslektaşlarım yanımdaydı. Yine televizyon ekranlarından “Didem’in kaybolma ve bulunma süreci anımsatıldı ve bunu yazan bir muhabirin evine polis gönderemezsiniz. Bu hepimizi korkutmak amaçlıdır. Eve polis gönderme kararını veren kişinin ortaya çıkartılmasını istiyoruz” mesajları verildi. Dayanışmak hakikaten çok kıymetli.

Savcılık ifademde söyledim bugün de söylüyorum. Manisa vakasında yani Didem’in hikayesinde bir polis memuru başta olmak üzere  (ki kendisi hakkında soruşturma başlatıldı) sosyal hizmetlerin de ağır kusuru vardı. Kusuru olan görevliler soruşturuldu ve açığa alındılar. Son tahlilde bana yöneltilen suçlama, “devletin organlarını, emniyeti küçük düşürmek, kamuoyu önünde itibarsızlaştırmaktı”.  İfademde de söyledim Çocuk,  toplu tecavüz, pavyon, uyuşturucu kavramlarının yan yana geldiği bir haberi yazmak gazeteci açısından da kolay değildir. Uzun ve yorucu bir süreç oldu. Son tahlilde sağ duyulu savcılar da var. Evime gelen polisler hakkında suç duyurusunda bulunduk.  Bildiğim kadarıyla eve gelen polisler açığa alındı, soruşturmaları halen sürüyor. Manisa Cumhuriyet Savcısı, Manisa Emniyeti’nin başlattığı soruşturmaya benim de ifademi katarak çok doğru bir yanıt hazırlamış.  Savcı, “Gazeteci, bir çocuğun bulunması için haber yapmıştır. Kamu yararına haber yapmıştır. Haberde Didem ismi olarak geçen çocuk bulunmuştur. Gazeteci, gazetecilik refleksi ile hareket etmiştir” görüşünü açıkladı. Son tahlilde soruşturma bir davaya dönüşmedi. Ama tabii ki bu bireysel bir örnek. Savcının sağduyulu davranmasıyla alınan bir karar. Fakat pek çok haberde aynı sağduyulu yaklaşımı hukuk mekanizmasında maalesef göremiyoruz.

Hem gazetecilik yaptığınız bölgeler hem de işlediğiniz konularla birçok okurun “riskli” olarak adlandırdığı konulara değiniyorsunuz. Bu riski azaltmak için hangi yöntemlere başvuruyorsunuz? Riski azaltmaya çalışmak haberi ne düzeyde etkiler?

Her haberin riski vardır. Alanım itibariyle belki risk biraz daha yüksek denilebilir. Ama risk alınmadan gazetecilik yapılmaz. Elbette can güvenliğimiz her şeyden önemli. Sonuçta muhabir yoksa haber de yoktur.  Kaygı duyuyorum ama kaygı beni daha korunaklı olmaya yöneltiyor.  Çok riskli bölgelerde foto muhabiri ya da bir kameraman arkadaşımla hareket ediyorum. Ama bazı haberler var ki yalnız olunca daha kolay ulaşabilir. Geniş cepleri olan bol kıyafetler giymeyi tercih ediyorum, her iki cebimde de biber spreyi taşıyorum. Olur da cebimdekiler düşerse öngörüsüyle sırt çantamda da çok kolay ulaşabileceğim yerde iki tane daha biber spreyi tutuyorum. Tabii ki biber spreyi gülümsetebilir. Ama başka yapılabilecek, alınabilecek bir koruma yöntemi yok. Şunu da belirtmek lazım deneyim, konuya ve ,eğer sahada çalışılacaksa, bölgeye hakimiyet de önemli. Diyelim Suriye içinde hareket edeceksiniz. Bölgeden güvendiğiniz bir şahıs size mihmandarlık yapacak. Bu şahısların kimi zaman bilinçli olarak yanlış yönlendirmeleri de olabiliyor. Dolayısıyla zor bölgelerde kolaylıkla güven duyup birileri ile yola çıkmak daha büyük risk olabiliyor. Çok çok güvendiğiniz kaynaklardan, çok çok güvenilir kişiler size o coğrafyada mihmandarlık yapabilir.

‘Riski azaltmaya çalışmak haberi ne düzeyde etkiler?” sorunuz üzerine bir hayli düşündüm. Riski azaltmak kimi zaman, haberin bir unsurunun yanıtını bulmaktan vazgeçmekle de sonuçlanabilir. Bu aslında haberin niteliğine, çalışılan yere, sahaya, bölgeye göre değişir. Bir de gazetecilik yıllar içinde öğrenilen bir meslek. Bu vesile ile genç meslektaşlarıma telkinde bulunabilirim. Bölge dillerini bilmek, öğrenmeye çalışmak çok kıymetli, habere ulaşmayı kolaylaştırır. İletişimi kolaylaştırır. Yolun başındayken eğer bu alanlara ilgi duyuyorlarsa İngilizce kadar Arapça, Farsça ve Kürtçe öğrenmeleri de artı bir değer.

İran, Irak, Lübnan ve Suriye gibi savaş ve çatışma bölgelerinde de gazetecilik yaptınız. Bu bölgelerde haber ve kaynak bulma, haberi işleme süreciniz nasıl oluyor?

İran’da cumhurbaşkanlarının resmi gezilerini takip ettim. Rutin haberdi diyebiliriz. Ama Irak, Suriye, Afganistan, Lübnan’da çalıştım. Eğer bu ülkelerin muhabiri olarak  diyelim AFP’nin Şam bürosunda çalışmıyorsanız, bu ülkelerde yaşanan olağanüstü gelişmeler üzerine gidilir. Göçün başladığı, katliamların yapıldığı vs. gibi  dönemler. Örneğin 2014 yılı IŞİD’in Şengal’deki katliamı. IŞİD’in katliamlarının en yoğun olduğu dönemlerde yabancı bir ajans için bölgedeydim. Elbette yerel gazetecilerle de temas halinde oluyoruz. Ki genellikle dünyanın her yerinden gelen gazeteciler mutlaka birbirini bulur. Genellikle aynı otellerde kalınır. Otel yoksa dönüşümlü olarak bulunan yerlerde uyunur. Araçlarda dinlenilir, dönüşümlü uyunur. IŞİD’in Şengal katliamını kısa bir süre sonra haber aldığımızda bölgeye doğru bir grup gazeteciyle yola çıktım. Elimizdeki paraları birleştirip yerel kişilerden bir araç kiralıyoruz, aracı yerel şahsın kullanması şartıyla. Sonuç olarak biz bölgeye ulaştığımızda IŞİD katliamından kurtulanlar Şengal dağına doğru yürüyorlardı. 50 dereceyi aşan sıcaklık. Çöl tozu. Açlık ve susuzluktan ölen çok fazla kadın ve çocuk oldu. Yani şunu belirtebilirim öngörülü olmak gerekiyor. Bir göç süreci başlayacaksa zaten bunun haberini alırsınız. Önemli olan bu göç yolculuğunda habercilik yapabilmek. Suriye’den Türkiye’ye savaştan kaçan insanlarla günlerce yürürken gazeteci olduğunuzu unutmamak gerekiyor. Şöyle örnekleyeyim; göç yolculuklarında kadınlar cinsel istismara uğrar, çocuklar o göç yolculuğuna katılan insan ve organ tacirleri tarafından kaçırılabilir. Bu başlıklar konusunda dikkatli olmanız gerekiyor. Annelerinin kucağındaki çocuklar açlık ve susuzluktan belirli bir süre sonra ölebilir. Göç yolculuğunu anlatmanın birkaç yöntemi vardır. Bu yöntemi merkezdeki editör ile önceden konuşup belirlemek gerekir. Bu çalıştığınız kuruma göre de değişir. İnsan öyküsü mü geçilecek? Yoksa ajans haberi niteliğinde mi yazılacak?Bu kesinlikler sağlandıktan sonra gözümüz kulağımız açık göç yoluna eşlik edilir. Teknoloji gelişti elbet, her tür coğrafyadan haber geçme olanağımız oluyor, taşıması ve korunması zor olsa da yanımızdan ayırmadığımız cihazlarımız var. Onları korumak, güvenliklerini sağlamak da elbette önceliklerimiz arasında.

2013 yılıydı sanırım Suriye’den göç yolunda artık Türkiye sınırına yaklaşılmıştı. Göç yolculuğundaki yaşlı Suriyeli birkaç kadın ki onlar da çok yorgun ve ölüm- yaşam arasında ince çizgideler. Genç erkekler sırtlarında taşıyorlar. Ama sık sık mola veriliyordu. Bağırtılar duydum, sesin geldiği yöne koştum.  Bir annenin kucağında dört ya da beş aylık bebek hareketsizdi. Bağırmalardan da anladım ki çocuk vefat etmiş ve anne çocuğunu kucağına bastırmış ama annenin bilinci de yerinde değil. İşte o noktada doğru karar vermeniz gerekiyor. Göç yolundaki herkes canını kurtarmak için yola çıkmış, savaş travması yaşamış insanlar. Yakınlarını kaybetmişler. Yas süreci içindeler aslında. Geçmişlerini, tarihlerini geride bırakıyorlar. Dolayısıyla o genç annenin kucağındaki ölü çocukla yürümesi kadının da can güvenliğini tehlikeye atacak ki yanında iki çocuğu daha vardı.

Demek istediğim herkes erkeler de dahil yorgun, açlar ve psikolojileri çok kötü  durumda.  Bu durumda kayıtsız kalmak doğru da değil, insani de değil. Sonuçta benim döneceğim bir evim var ve görev için oradayım. Dolasıyla annenin kucağından bebeği almak zorunda kaldım. Çok da pornografisine girmeden özetleyeyim. Kadını Suriyeli genç bir erkek sırtına aldı. Kadının bilinci yerinde değildi. Ama yine de sınıra kadar kadın gözünü açtığında beni görebileceği uzaklıkta durmaya  özen gösterdim. Sınıra geldiğimizde görevlilere durumu anlattım.  Bebeğin göç yolunda vefat ettiğini anlatarak kayıt altına alınmasını sağladık.  Türk görevlilere teslim ettim. Anne ve çocuklarına tıbbı destek sağlandı.  Son tahlilde elbette ruhsal olarak da yıpratıcı durumlarla karşı karşıya kalabiliyoruz.  Avrupa’da kurumlar gazetecilere psikolojik destek sağlıyor. Türkiye’de de artık bu sistem oturmaya başladı. Zorlandığımız yerde psikolojik destek almam, hem sağlığımız hem de haberciliğe devam edebilmek açısından çok önemli.

Kadın gazeteci olmanın çeşitli zorlukları olduğu biliniyor ve zaman zaman çeşitli zeminlerde bu konu tartışmaya açılıyor. Siz meslek hayatınızda karşılaştığınız zorluklarla nasıl başa çıkıyorsunuz? Kadın gazetecilerin cinsiyetleri nedeniyle karşılaştıkları mesleki sorunların ortadan kaldırılabilmesi için neler yapılabilir?

90’lı yıllarda hatta 2000’lerin başında söz ettiğiniz zorluklarla daha fazla karşılaşıyorduk. Zorlukların niteliği çalıştığınız alanla da ilgili. Siyaset muhabirleri farklı zorluklar yaşıyor, kadın kameraman ve foto muhabirleri farklı, benim gibi farklı ve zorlu coğrafyalarda çalışabilen kadınlar farklı zorluklar yaşıyor. 2001 yılında çalıştığım Sabah Gazetesi’nde savunma muhabirliği görevi verildi. İlk kadın savunma muhabiri olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini izleyecektim. Genelkurmay Başkanlığı akreditasyon vermek istemedi. Tatbikatlar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine gerçekleştirilen basın gezilerinde kadın olmamdan dolayı fiziksel şartlara uyum sağlayamayacağım düşünüldü. TSK’da o yıllarda gelenekti: Askeri helikopterde kadın muhabir varsa pilot, helikopter havadayken ters döndürür, yolculuk boyunca bu eğlencesini sürdürürdü. Deniz tatbikatlarında özellikle komuta kademesinin “kadın muhabir” gelmesin uyarısını ne ben ne de kurumum dikkate aldı.

Şimdi olsa yapmam ama en temel sorunlardan biri, zorlu bir coğrafyada ya da açık denizde çalışacaksam, Afganistan, Irak gibi uluslararası bir göreve gideceksem mensturasyonumu, sancısı gücümü ve enerjimi düşürmesin diye, ilaçla kesmekti. Şimdi olsa yapmayacağım bir şey. Kadın gazeteci olarak sahada çalışmanın bedelleri olmamalı. Son tahlilde bizler çok daha zorlu koşullarda çalıştık, mücadele verdik. Kadın gazetecilerin de her alanda var olabileceğini, her koşulda ve coğrafyada çalışabileceğini görünür kıldık. Günümüzde de kadın hareketinin de mücadelesi ile kadın gazeteciler arasında önemli bir dayanışma ağı örüldüğünü gözlemliyorum. Genç kadın meslektaşlarımızın mesleki farkındalıkları çok yüksek. Habere ulaşmak için gösterdikleri çabayı, ilke ve etik kurallara olan saygıları, mücadelelerini çok kıymetli buluyorum.  Zorluklarla karşılaşmak bu biraz da sosyolojik bir sorun. Toplumun kadına bakış açısı ile de ilgili. Meslek örgütleri bu konularda çalışmalar yapıyor.  Her ne olursa olsun Türkiye medyasında kadınlar cam duvarları aştılar ve aşmaya devam ediyorlar. Akıllarına, güçlerine, mücadelelerine çok inandığımız genç meslektaşlarımızla yola devam edeceğiz.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/36018
Yol: Ana sayfa » Yazılar » “Mücadelelerine çok inandığımız genç meslektaşlarımızla yola devam edeceğiz”

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat