31 Ekim 2024, Perşembe - 16:27

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

Enver Gökçe anılıyor… Usta şairle son söyleşiyi muhabirlerimiz yapmıştı

Tarih: 19 Kasım 2020

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 99

“Ben şairim / Halkların emrinde, kolunda, safında. / Satırlarım vardır mahraman / Satırlarım vardır cılız, cesur ve sıtmalı. / Ahdim var: / Terli atlet fanilalı göğüslerden / Püfür püfür geçeceğim…”

Bugün şair Enver Gökçe’nin 39’uncu ölüm yıl dönümü. Şiiri geniş kitlelere sevdiren ve eserlerinde toplumsal konuları ele almasıyla dikkat çeken Gökçe, ölümünden önceki belki de son söyleşisini gazetemize vermişti. Gökçe, yaşadığı Seyran Huzurevi’nde o dönemki muhabirlerimiz Havva Can ve Faruk Bildirici’nin sorularını yanıtlamıştı. Şubat 1981’de çıkan 2’nci sayımızda yer alan söyleşiyi, usta şair Gökçe’nin anısına saygıyla paylaşıyoruz.

 

Çilenin durmaksızın yoğurduğu ozan:

ENVER GÖKÇE

Enver Gökçe, Çileli yaşamın durmaksızın yoğurduğu ozan. Dizlerin ünlendirdiği adlardan, olmuş olmasına ya. Yazılarda anılmak, yüreğine bir dost gülücüğü serpmeye gelince, ün seven yarenler, defterde yok saymış Gökçe’yi. Gökçe, “Şimdi bütün kederli ezgileri ümide kurban ediyorum” diyerekten, Seyran Huzurevi’nde yaşam zincirlerine halkalar ekliyor. “Zaman akar, zaman geçer / Zaman zindan içinde.”

Dostu, sevdiğini anmak, ciğerpareyi, hele söylemek isteyip de beceremediğini dile getireni anmak. Öyle madem görelim, söyleşelim, dedik. İlk görüşmenin tadı, nasıl anlatılabilir ki? Şöyle düşünelim: Biz miniminnacık çocuklardık, o ise bekleyen bir yaşlı. Demetler dolusu çiçek sunduk. Havalandı ayakları, dudakları ve gözleri kıpır kıpır oynaştı, sevdalısından beklediği yanıtı almışçasına. Gönül gönüle değdi, yüreği gümbürdeye durdu.

Söyleşi için seçtiğimiz gün. Seyran Huzurevi. (Hastaneler!) Huzurevinin özenilmiş yapısı gene de bir koku, hastane kokusu… Yaşlılar… Niyedir, “dişini dişimiş, yaşını yaşamış sayılır” yaşlılar…

Bir yatak, masa, lavabo, kitaplık; ufacık odada olanlar. Gökçe, yavaş ama yavaş yavaş doğrulabiliyor. “Geçmiş olsun” diyoruz, -kuru ve yavan-. Oysa sezinleniyor istediği: Hastalığına ilişkin güzel moral sözcükleri işitmek. Kupkuru bir lafla yetinerek en büyük hatamızı yapıyoruz beki de. Ancak insanız, yapıtların, ozanların, eşyanın, her şeyin özgeliği varsa, bizim de özgeliğimiz engelliyor, sözcüklerin dudaklarımızdan dökülmesini.

Gökçe durgunlaşıyor. Arıyoruz, “çiçekler sunulan yaşlıyı”. Bulamıyoruz ama, duyuyoruz onu, ancak ne yapabiliriz artık? Söyleşiye başlamaktan gayrı.

Diyoruz ki Gökçe’ye: Şiirimizde gelenek olayı ve günümüz şiirinin vardığı nokta nedir:

“Şiirimizde gelenekten faydalanma sorunu öteden beri tartışılagelmektedir. Ancak hep kuramsal açıdan ele alınmış, işin pratik cephesine de şöylesine değinmekten öteye geçilmemiştir. Geleneksel söyleyiş biçiminden yararlanmaya dek gidilmesine karşın, başarısızlığa uğranılmıştır. Başarısızlık, halkla beraber göbek bağı kurulamamasından ileri gelmiştir. Türkünün ya da ağıtın halk yaşamı içerisindeki işlevini bilmeyen insan, gerçek sentezler ortaya koyamaz. Dünya görüşleri ne kadar olumlu olursa olsun bütün çabalar bir özentiden öteye geçmez. Şiirimizde geleneksel folklor özelliklerine rastlanmaktadır. Günümüz şiirini pek başarılı sayamayız, bir değerlendirme bu sonuçları ortaya çıkaracaktır.”

Daha önce “Şiirlerim bir Hoyrat, bir Ela Gözlü, yahut bir Bozlak gibi ezgili bir şekilde okunabilsin” şeklinde kendi şiirlerindeki geleneksellik konusunu açıklayan ozan, böyle yanıtlıyor sorumuzu. “Güncel olanların tutsağı olmak veya günceldeki evrenseli yakalamak sorunun dünya anlayışı bağlamında ele alınması, diyoruz:

“Evet güncel olanı verirken onun tutsağı olmamak başka bir deyişle günceldeki evrenseli yakalamak sorununu dünya anlayışına bağlayarak ele almak yanlısıyım. Güncel olanı verirken evrensel değerlere açılmak gereklidir. Güncelliğin tutsağı olmak bana göre gericiliğin oluşumunda emperyalizmin birinci derecede işlevi olmasındandır. Güncel olanı vermekle evrensel değerlere açılmak bir çelişki değildir. Geri bırakılmış toplumlarda ortaya çıkan temalar, genel geçerliğe sahiptir, evrenseldir. Ama kendi gerçekleriyle bunları yoğurabilen bir sanatçı, evrensele ulaşabilir. Tümüyle yeterliliğe varış, gelgeç dönemlerde ortaya çıkan durumlarla sanatçı evreninin sınırlanmaması halinde sağlanabilir. Neden derseniz, gelgeç dönem tükendiğinde, dönemin koşullandırdığı ürünlerin anlattıkları da tükenecektir. Söylediklerimin tümünü güncelliğin hayata bakış sorunu olması gerekliliği noktasında toplayabiliriz. Yani günceli vermek ama ondaki evrenseli yakalamak, diyalektik öğretiyi bir metod olarak kabullenmektir.”

“Enver Gökçe öyle pek yazılıp çizilmemiş, dert de etmemiş, “mutluluğu bireysel alanda değil de, toplumsal alanda” aramış.”

AHMET ARİF’E USTALIK

Gökçe’nin “hasretinden prangalar eskittim” adlı yapıtıyla tanıdığımız Ahmet Arif Usta’ya, ustalık etmesi konusuna değiniyoruz. A. Arif’in bu konudaki sözlerini yineliyoruz. Diyeceklerini soruyoruz, olmazlanıyor, daha bir duyarlanıyor. Gözleri Ankara’nın kir sisi havasında dolaşırken davranışlarında kızgınlık okunuyor. Gözleri dolu dolu oluyor.

“Bu soruya defalarca cevap verdim. Yorumum yoktur”la özetleyiveriyor kızgınlığını. Suphi Kenan Demirci ile yaptığı bir söyleşide söylediklerini anımsıyoruz.

“A. Arif bugünkü yerine bilinen yetenekleriyle oturmuştur. Yalnız -kendi göbeğimi kendim kestim, kasaba minnet etmedim- dediğine göre, kendi yiğitlik zagonu adına sorarım: Aç zulanı, göster restini gökten zembille mi indin? He canım sen getir üstünü.”

Yıllar önce yazdıklarınız bile günümüz insanına yakın düşüyor, sizce nedeni ne olabilir, sorusuna aldığımız yanıt:

DEĞİŞİM

“Dost dost ile kavga” ve “panzerler üstümüze kalkar” arasındaki biçimsel farklılığı soruyoruz. “Panzerler Üstümüze kalkar” da mısralar diğer kitabınızdan farklı olarak tek sözcükten oluşuyor. Neden?

“Panzerler üstümüze kalkar, “Keban yöresinin destanıdır. Şiirler kurgu yönünden dize yapısında değildir. Bu destan denemesi şiiri daha basitleştirmek için yazılmıştır. Yalnız şiirin vurgusunu ve seslerini iyi tanıyabilmek için dikkatle okunması gerekir kanısındayım. “Dost dost ile kavga” ile “Panzerler üstümüze kalkar” yüzeysel yönden farklıdır. Ama temelde bir noktada kesişmektedir. Her iki kitap da aynı özü işlemektedir.”

İki kitap arasındaki bir diğer farklılık; birincisinde “Dayan dizlerim dayan” ikincisinde “Merikekliğim/Yeter çektiğim” mısraları sizdeki değişimi vurguluyor, deyince…

Daha bir üzgünleşerek yanıtlıyor sorumuzu. Sanırsınız gözlerinin doluluğu isyan edecek. İsyanı, yanıtı. Ne beklenir evren kadar geniş hücredeki insandan? Işıklar saçan mumun tükenmesi mi? Yoksa çekilen çilelerin kekliğe bile anlatılmaması isteğinden mi?

Söyleşinin gelişim çizgisi, Gökçe’nin duyarlılık noktası ile kesişmeye başladıkça başlangıçtaki kuru “geçmiş olsun”un durgunlaştırdığı Gökçe, hüzünlenen Gökçe’ye dönüşüyor. O bizden merhaba sonrasında duygularını okşamamızı istemişti. Yapamamıştık. İlk görüşmede aramızda oluşan, çocuk-çiçek-yaşlı benzeri gönül ilişkisi yıkılmıştı. İçine giremiyor, gönül çeperinde at koşturamıyorduk. Söyleşinin sıkıntısı ve çıkmazı buradaydı.

“Size karşı takınılan ilgisiz tavıra ilişkin olarak söyleyecekleriniz” sorusu noktaladı söyleşiyi. Yanıt:

Damladı damlayacak iki gözyaşı…

Ne söyleyebiliriz artık.

Anımsatıveriyoruz, ozanın “Vatandaş” isimli şiirinde yer alan dizelerini. Şöyle diyordu ozan:

“İster öv, ister yer, ister sev beni / Güneşin taşlarda mavileştiği / Nehir boylarınca söylenir / Sevinç şarkılarım yoksa da / Şimdi bütün kederli ezgileri / Ümide kurban ediyorum. / Satırlarımla olsa da çok mu bir de ben seni / Bizden olan bütün dünya şairleri gibi / Yadediyorum.”

“Kederli ezgileri ümide kurban” eden Gökçe, sürdürüyordu coşku doluluğu:

“Sen ne hakim, ne evliya, ne kul, köle, ne şövalyesin / Sen yirminci yüzyıl insanı! / Dost dediğim, yaren dediğim, kardeş dediğim / Ekmeğim benim, gülüm, bağım, postanım benim: VATANDAŞ”.

SANATÇIYA İLGİ

Söyleşiyi noktaladık, bellek harıl harıl işlemesini sürdürüyor. Ozanın duyarlılığı, hüzünleşmesi, özellikle “size gösterilen ilgi” deyince aldığımız yanıt. İçinde bulunduğu durum.

Sanat ve sanatçının sorunlarını tükenmek bilmediği ülkemizde, ozanlar köktenci-çözüm yollarını besliyorlar.

Gökçe’yi sorunlarıyla ele aldık. Sorunun boyutları genelde bambaşka Egemen kültür anlayışı ile çelişen ozanların böylesine bir toplumda “magazin havalı sanat dergilerinde” yüceltilmesi söz konusu olabilir mi ki? Kimi ozanlar için ün kazanmanın biçimlerinden birisi, bol renkli magazin gazetelerinde “asparagas” haberlerle ünlerini sürdürmeye çalışan “artistler” (!) örneği, sanat dergilerinde çıkan yazılarla kendilerinden söz ettirmek.. Özellikle üç büyük kentin meyhanelerinde, “sanat havalı” yerlerinde oluşan “sanatçı ahbaplıkları” belirliyor, ün ve ilgi olayını (gerçek ilgi kitlelerden olsa da). “Sanatçı ahbaplıkları”, yani egemen kültür anlayışının açmazdaki yazarları, “ben”in egemenliğinin zirvesi…

Gökçe, öyle pek yazılıp çizilmemiş. Dert de etmemiş, mutluluğu -dünya anlayışına koşut olarak- “mutluluğu bireysel alanda değil de, toplumsal alanda” aramış. “Sanat ahbaplıkları” 1970’lerde anımsayıvermiş, sonra da unutuvermiş Gökçe’yi.

GİDİN GİTMEYİN İKİLEMİ

Noktalanan söyleşinin ardından gelen suskunluk. Ozanın yüzünden okunan, “gidin artık, dost olamadık, birbirimize varamadık.”

Yoksa yoksa haksızlık mı ediyoruz? Varamadığımız Gökçe evrenini çok mu karamsar değerlendiriyoruz, söyledikleri izlenimlerimizle çelişiyor mu? Pablo Neruda’dan çeviri yapmayı sürdürmesi bizi yalanlıyor mu? Ama biz de değerlendireceğimize göre…

Kapıya doğru yürürken, “gidiyor musunuz?” deyişi, gitmeyin der gibi. Gitmeyin. Çünkü gençler anımsıyor onu, gençler gitmesin. Gitmesin dost, yitmesin can. Yitmesin…

BİR BİR SAYAYIM ONLARI

Ben bir bir sayayım onları

Bu akşam onlardan söz etmeliyim bir bir

Bu akşam, bu yerde anıma geliniz bir bir

Manuel, Antonyo Lopez Kardaş

Lizbao Calderon

Diğerleri ihanet ettiler bir bir

Biz yolumuza devam ediyoruz.

Gelezandro Gotirez seninle düşen bayrak

Bütün yeryüzünde ayağa kalkıyor.

Sezar Tapia bu bayraklar üstünde yüreğin

Plaza yerinde çırpınıyor.

Elinin asla sıkmadım ama elin burada

Bu ölümün öldüremediği temiz bir eldir

Ramona Parra genç parıldayan yıldız

Ramona Parra

Kahraman kadın

Ramona Parra kanlı çiçek.

Pablo Neruda

“Enver Gökçe’nin çevirdiği bu şiir ilk kez yayınlanmaktadır.”

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/29543
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Enver Gökçe anılıyor… Usta şairle son söyleşiyi muhabirlerimiz yapmıştı

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat