“Gazetecilik mesleği adanmışlık gerektiriyor”
Milliyet Gazetesi Ankara Haber Müdürü Gökçer Tahincioğlu, muhabirlikten gazeteciliğin geleceğine kadar pek çok konuda sorularımızı yanıtladı. Tahincioğlu, muhabirliğin gazeteciliğin temeli olduğunu söyledi.
Deneyimli gazeteci Gökçer Tahincioğlu ile gazeteciliğin güncel sorunları, dijitalleşme, köşe yazarlığı ve medyada yöneticilik hakkında konuştuk. Milliyet Gazetesi Ankara Haber Müdürü Tahincioğlu GÖRÜNÜM’ün sorularını yanıtladı.
Uzun yıllardır gazetecilik yapıyorsunuz. İlk olarak gazetecilikteki dönüşümü sormak istiyoruz. Kendi deneyiminizden yola çıkarak gazetecilikteki değişime ilişkin neler söylersiniz?
Mesleğe yerel basında 90’lı yılların ikinci yarısında başladım ondan sonra ulusalda devam ettim. Dönüşümü birden fazla başlıkta açıklayabiliriz. Bir, teknik dönüşüm. Dijitalin, sosyal medyanın hayatımıza girmesi… Bireysel gazetecilik yapma imkânı, büyük sermaye olmadan kitlelere kendi sesini ulaştırabilme imkanı… Bunlar önemli olanaklar. Diğer yandan yayın kuruluşlarının eski ticari başarılarını gösterememesi, eskiye oranla satışların ve reklam payının azalması, küçülmesi. Sektöre giderek daha az insanın girmesi ve güvenceli olarak çalışma imkânının azalması. Bunlar, dönüşümün pozitif ve negatif taraflarının en görünür kısmı. Yeni medya ve dijital, eskiden beri dert ettiğimiz medya-sermaye-iktidar ilişkisi açısından baktığımızda ciddi bir değişime sebep oldu. Artık çok hızlı ve anlık, nispeten daha kontrolsüz diyebileceğimiz bir haber tarzının gelişmesi, buna bağlı olarak tüm medyada sansür ve otosansürün yeniden tanımlanmasına sebep olacak, sorgulatacak bir dönüşüm yaşandı. Dönüşümün bir diğer ayağı da bana kalırsa bu. Bir de biz televizyondaki bültenlere, çıkardığımız gazetelere bir bütünlük içinde bakarız. Zannederim dijitalleşme, insanların haberleri seçerek okumasına yol açtı.
Gazetecilerin dertlerinden biri de tüm gün uğraştıkları gazetenin okunmaması, gazetenin bir kısmının göz ardı edilmesi, diğer kısımların öne çıkması oldu. Bence bu istihdam sorunu getirdi ve bu da büyük bir sorun. Gazeteciliği Türkiye üzerinde konuşacak olursak siyasal ortamın getirdikleriyle, devasa olayların yaşandığı süreçteki tutumu nedeniyle medyaya güven duygusu azaldı. Medyaya erişim daha kolay gibi gözükse de medya eskiye oranla ürettiği içeriğin daha az takip edildiği, tartışıldığı bir ortama dönüştü. Bu dönüşüm, her şeyin sil baştan tanımlanması gerektiği bir yere sürükledi hepimizi.
Siz haber müdürü “masa”sındasınız . Yöneticilik yapmak nasıl günümüz medyasında?
Eskisinden çok farklı mıdır yaptığımız bilmiyorum ama artık çok yönlü hale geldi. İnternet, günlük gazete ve bir yandan da sosyal medya ayağıyla bütün olarak ilgilenmeniz gerekiyor medyada yönetici olduğunuzda. Bunların hangisinin hızlı verilmesi gerektiğini, hangisinin ilk haliyle verilmemesi gerektiğiyle daha çok ilgilenmeniz gerekiyor. Önceden içerikleri sadece gazete için hazırlıyorduk. Yöneticilerin yaşadığı dönüşüm budur sanıyorum ki. Masa ayağı zaten başlı başına dertli bir şeydir. Bir yandan haberin çok içindesinizdir bir yandan siz üretmiyorsunuzdur. Arada filtre görevi görürsünüz. Eksiğini, gediğini, fazlasını sizin görmeniz gerekiyor. Medyanın en zor hali bence, görece eskiye oranla iyi olmadığı, rekabetin azaldığı bir dönemde yöneticilik yapmak. Haber rekabeti yoksa, masanın ve yöneticinin fonksiyonu da önemli ölçüde azalıyor bana kalırsa.
Aynı zamanda köşe yazarısınız ve köşenizin adı “Yüzleşme”. Neden? Kim kiminle yüzleşiyor köşenizde?
Dünyadaki insan hakları hareketlerine baktığımızda “yüzleşme” kavramının odakta yer aldığını görürüz. Hak ihlallerinin giderilmesi ancak hakikatle yüzleşince mümkün oluyor. Gerçek anlamda yüzleşme sağlayamamışsanız bunun yarattığı sonuçları giderme olanağınız olmuyor. Yüzleşme kavramını kullanma sebebim de o. Şunu da itiraf edeyim, bu ismi ben bulmuş değilim. Eşim sayesinde bulundu bu başlık. Onun kullandığı, çalışmaları için seçtiği kavramlardan biriydi ve tam da benim dert edinmek istediklerime denk düşüyordu.
Türkiye’deki köşe yazarlığının güncel politikanın sığ yanlarına sıkıştırılmış olduğunu, kanaat belirtmekten ibaret hale geldiğini düşünüyorum. Bunun yerine bana kalırsa insanların mesleki formasyonlarına uygun şekilde, gerçekle bağı olan hikâyeler, ayrıntılar daha kıymetli gibi geliyor. Köşe yazmak, daha net sonuçlar üretebilir umuduyla yaptığım bir gazetecilik faaliyeti.
Yazılarınızda toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlik meselelerini ele alıyorsunuz. Ana akım medyanın içinde olup da bu yazıları yazanlar/yazabilenler çok azaldı. Bir gün size “yazma” denilirse ne yaparsınız?
Bu meslekte hepimiz, mecraların değişebileceğini biliriz. Hiçbir kuruma, orada sonsuza kadar çalışma düşüncesiyle girmezsiniz. Yazmam istenmezse başka yerde yazmaya çalışırım. Ben gazeteciyim sonuç olarak. Gözümü Milliyet’te açtım, meslek hayatım burada geçti. Benim için ayrı kıymeti olan, belki “aile” anlamına gelen bir yer burası. İlişkiler bitebilir ve başka bir yerde yazmaya devam ederim, benim yazdığım yerde başkaları yazar, böyle devam eder. Ben gücüm yettiğince yazarak hayatıma devam etmeye çalışırım.
Yazılarınızda özgün bir üslup da var. Yer yer duygusal yer yer çok acımasız ama okuyanı etkileyen bir üslup. Gazeteciliğiniz açısından bu üslubun bir anlamı olmalı, nedir?
Ben genellikle insan hikâyelerinden, olaylardan yola çıkarak anlatı kurmaya çalışıyorum. Orada da ister istemez hikâyenin bir akışı var ve sizin sınırlı olduğunuz bir alan var. O alanda hikâyeyi özetleyip anlatmanız gerekiyor. Bunu klasik haber diliyle yaptığımızda hikayeyi aktarmanın çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Haber dili meselesi de ayrıca konuşulabilir. Türkiye’de değişmesi gereken bir tarzdır şuan kullandığımız haber dili. Hikaye anlatıcılığı yapmaya çalışıyorum. Ne kadar yapabiliyorum bilmiyorum ama o insanların yaşadığı olayları anlatırken, okuyanlarla o insanlar arasında empati kurabilme isteğim var. O insanların yaşadıklarını nakledebilirseniz insanlar adalet kavramını, yapılan hak ihlallerini, bunun niye giderilmediğini düşünmeye başlıyor. Umut ediyorum öyle bir etki yaratıyordur.
Acımasızlık boyutunu bilemeyeceğim. Belki zaman zaman acımasız ama burası hesap verme alışkanlığı olan bir toplum değil. Buna katkıda bulunmak, hafıza üretebilmek içindir belki. O yazı biçimini geliştirme hedefim de var. Haber yazmaya başladığımda dert ettiğim bir konu bu.
Milliyet gazetesinde uzun yıllardır çalışıyorsunuz. Demirören grubuna çok önceden geçmişti Milliyet. Şimdi de medyanın en büyük holdingi oldu. Dolayısıyla medyada çok büyük çaplı değişiklikler söz konusu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye medyasındaki ilk büyük el değiştirme değil bu. Milliyet bu değişimden daha erken etkilendi. Daha önce bu gruba geçmiştik. Meslek hayatımda benzer değişimleri gördüm. Sabah grubu birçok kez el değiştirdi. Türkiye’deki medya sahipliği yapısı ayrıca tartışılabilir, araştırma konusu olabilir ama gazeteci için kim olduğu önemli değil, neyi ne kadar yazabildiği önemli. Çalışma koşullarınının güvenceli, korunaklı ve en önemlisi özgür olması önemlidir. Bu şartları sağlayabilirse kim olduğu önemli değil.
İletişim fakültesi öğrencilerinin piyasada çokça duyduğu bir söz var “okulda öğrendiklerini meslekte unutmalısın” diye. İletişim fakültesi mezunu olarak siz unuttunuz mu, bu söz ne demek?
Ben de bir iletişimciyim ama neden böyle dendiğini bilmiyorum. Diyenler de çok haklı değil bence. Hiçbir şey unutmaları falan gerekmiyor. Biz buraya gelen arkadaşlardan iletişim fakültesinden aldıklarını pratiğe yansıtabilmelerini bekliyoruz. Ayrca ben hiçbir zaman iletişim fakültelerinin mesleğe birilerini yetiştirmek zorunda olduğunu düşünenlerden olmadım. Fakülteler bilim için varlar. Oradaki, varsa eleştirel aklın, yaşamın her alanında öğrenci arkadaşlara yardımcı olacağını düşünüyorum.
Gazetecilik bir usta-çırak mesleğidir. Orada öğrendikleriniz üzerine koyacak şekilde başka şeyleri de öğrenmeniz gerekir. Fakülteye de çok büyük misyon biçmek gerekmiyor, “burası doğru, şurası yanlış” diye yola çıkarak. Örneğin, öğrenci arkadaşların orada öğrendiği bir haber biçimi var ve gazetecilik gerçeklerine uygun mu, buna bakarız. Çoğunlukla da değil. Ama bunlar kolay aşılabilir şeyler. Bana biraz adaletsiz geliyor bahsettiğiniz o söz. Niye unutasınız, eğitim almışsınız. Hatta hiçbirini unutmayın. Bir sürü çok deneyimli hocamız ihraç edildi, onların anlattıkları var. Onlardan da öğrenilen, burada da öğrenilen çok şey var. Aksine, ben hafızaya ve o emek sürecine saygı göstermeye çalışan biriyim. Ben çok duymamıştım bunu ama kim bu tavsiyede bulunuyorsa hata ediyor. Bir insan ne öğrenmişse aklında bulunsun. Şunu da ekleyeyim, ne televizyonlar ne gazeteler ne ajanslar böyle yaklaşıyor öğrencilere. Orada teorik bilgi alınıyor buraya gelince kısa staj dönemleri oluyor ama hiçbirinde mesleğin tam olarak öğrenilebildiği kanaatinde değilim. Bu yüzden mesleği öğrenebilmeleri, deneyimleyebilmeleri için bir sürece ihtiyaçları var ve bu şansı bulabilen arkadaşlar giderek azalıyor piyasa koşulları nedeniyle. Bu yüzden biz gelen arkadaşlara, “ne kadar hazır gelirseniz o kadar iyi” diyoruz. Teorik bilgi, bilimsel bakış, belki haber yazma konularında basın kuruluşlarına ne kadar hazır gelirlerse o kadar iyi.
Sizce gazetecilik nereye gidiyor? Son yıllarda sosyal medyayı, gazeteciliğin yerine koyanlar olduğunu görüyoruz. Buna ne neden oluyor? Gazetecilik mesleğinin toplumsal sorumluluğu azalıyor mu sizce?
Ben artırdığını düşünüyorum. Sosyal medyada yurttaş haberciliği, bir aktivite olarak haberin hemen yazılıp yayılması önemli. Gazetecilikte yaptığımız şey, birinin bildiği şeyi alıp hiç bilmeyenlere aktarmak. Sosyal medya da bir yönüyle böyle ama biz bunu yaparken filtreleri, doğru bilgiye ulaşmayı, doğru biçimde aktarmayı önceliyoruz, her birini gazetecilik faaliyetinin parçası olarak görüyoruz. Bu nedenle sosyal medyanın bizim için zorlayıcı hali var. Çok bilgi yayılıyor. Bilgiye ulaşmak bu anlamda kolaylaştı gibi gözüküyor ama gazeteci bu bilginin her noktasını denetlemekle, kontrol etmekle yükümlü. Sosyal medyadaysa, kişinin tanık olduğu, bildiği ham bilgiyi paylaşabilme imkanı var. Siz çıplak şekilde öyle hareket edemiyorsunuz. Bizim olağan gazetecilik faaliyetlerimize, sosyal medyadaki ham bilginin alınıp, işlenmesi, denetlenmesi de dahil oldu. Bizim için zorlayıcı bir mecra. Belki gazeteciliği başkalaştırıyor ve zorlaştırıyor ki bu da olumlu ama ben gazeteciliğin yerini aldığını düşünmüyorum.
Muhabir, haber müdürü, köşe yazarı, kitap yazarı. Yalnızca birini seçme şansı tanınsa, hangisini seçersiniz, neden?
Gazeteci deyince benim aklıma muhabir geliyor. Bence hem en heyecanlı yönü, en çok emek verilen ve en çok zevk alınan tarafı, muhabirliktir. Sonrasındakiler, bunun uzantısı olarak yaptığımız şeyler. Gazeteleri, televizyonları, ajansları var eden muhabirlerin emeğidir. Onların oluşturdukları içeriklerdir. Her birimiz o bilgilerin üzerinden yürüyerek bir bakış açısı oluşturuyoruz. Yazı yazıyorsak, oradaki bilgiden hareketle yazıyoruz. Ben de kendimi meslek hayatımda en çok muhabir olarak tarif ederim. Meslek hayatımın en keyif aldığım dönemi de muhabirlik yaptığım dönemiydi. O yüzden bu soruyu meslekte uzun yıllar geçirmiş kime sorarsanız aynı yanıtı alırsınız. Muhabirlik bu mesleğin kutsalıdır, değişmez.
Son olarak, genç meslektaş adaylarına önerilerinizi öğrenmek isteriz.
Bu mesleğe adım atmak isteyenler gazetecilerden en çok “mesleğe girme” ifadesini duyarlar. Biraz da canları sıkılır bu nedenle. Gazeteciliğin, diğer mesleklerden farklı olarak, adanmışlık gerektirdiğini düşünüyorum. Hem genel olarak çalışma koşullarından hem de Türkiye’deki güvencesiz gazetecilik koşullarından dolayı böyle.
Hayatınızdan çok özveride bulunmanız gerektiren bir iş. Genç arkadaşlara, akıllarında “şu mesleği mi yapsam gazeteci mi olsam” diye bir ayrım varsa diğer mesleği seçin diyorum. Zira pişmanlık, ilerleyen yıllarda sizi esir alabilir ama gazetecilik aklınızdaki tek seçenekse, mutlaka peşinden koşun. O olumsuzluklar, size sürekli söylenen “sakın gazeteci olmayın” ifadeleri çok da umurunuzda olmasın. Bunu söyleyen arkadaşlara da benzer şeyler söylendi zamanında fakat onlar inatla uğraşıp gazeteci oldular. Bir diğeri, gerçekten hazır olmaları lazım. Maalesef çok reel düşünmek gerekiyor orada.
Ne yetiştiricilik yapabiliyor televizyonlar ve gazeteler, ne okullardan çıkan mezunların tamamının istihdamını karşılayacak bir piyasa var. O yüzden hazır olan arkadaşlar bir adım önde olur. Bu hazırlıktan kast ettiğim, dünyada ne olup bittiğini bilmek, her gün gazete okumak, bir gazeteyi hiç beğenmeseniz bile okumak, haber yazımı konusunda hangi unsurun nereden alınmış olabileceğini tahmin etmek, kendi yazdığı metni ya da zor bir metni daha anlaşılır yapabilme pratiğini daha staj başlamadan edinmek. Bütün bunlar varsa, bir anda dikkati çeken bir arkadaşa dönüşüyor zaten ve bir adım önde oluyorlar, dolayısıyla da mesleğe girmek daha kolay oluyor. Sonuçta Türkiye’de gazetecilikteki belki de en zor bölüm, mesleğe giriş aşaması. O yüzden kararlıysalar, hazır gelmeleri büyük avantaja dönüşebilir. Diğer yandan, tutum sahibi olunmasını önemsiyorum. Bir bakış açınız, duruşunuz varsa, meslekte büyük faydasını göreceksiniz.
Değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/19486
Yol: Ana sayfa » Yazılar » “Gazetecilik mesleği adanmışlık gerektiriyor”
Bir cevap yazın