3 Kasım 2024, Pazar - 05:58

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

Okul binalarında yeni model: “E ve U Tipi”

Tarih: 25 Aralık 2017

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 1.700

Şubat 2005’te dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in başlattığı projeyle, eğitim binaları 12 yıldır “estetik kimlik” kazanmak için tek tipleşmeye başladı. İlkokul ve lise binalarının tipleri üzerine Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarisi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Bülent Batuman’la konuştuk.

AKP’nin ilk hükümet döneminde, 2005 Şubat’ında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “Gelenekten Geleceğe Eğitim Yapıları Mimari Proje Sergisi” açılışını yapmış, töreninde “Bugün maalesef başta hükümet konaklarımız olmak üzere okullarımız, hastanelerimiz, adliye binalarımız büyük çapta bizi yansıtan özelliklere, bu kimliğe ve kişiliğe sahip değil” diye konuşmuştu. Öğrencilerin zevk duyarak okuyacakları binalar yapılması fikrinden hareketle projelerin başlatıldığını belirten Çelik, söz konusu binaların mimari özellikleri için “Milli olanı yakalamadan, özümsemeden, içselleştirmeden üzerine evrensel olanı bina edemeyiz” demişti.

Ağustos ayına gelindiğinde Bakan Çelik, Iğdır’a yaptığı bir ziyaret sırasında eski tip mimari yapıdaki okulları “tipsiz” olarak nitelemişti. Ayrıca adı “Gelenekten Geleceğe Eğitim Yapıları Mimari Projesi” olan çalışmalarını ise, “Diğer namıyla buna ‘ulus mimarisi’ de diyebiliriz” şeklinde tanımlamıştı. O gün 41 okul projesi ile başlayan süreç bugün yüzlerce, hatta binlerce okulla devam etmekte. Bu konuyu mercek altına alan Doç. Bülent Batuman’ın “Okul Cephelerinden ‘Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na: Mimari Temsil Olarak Osmanlı-Selçuklu ve Ulusun Millet Olarak (Yeniden) İnşası” makalesinin başlığından ve Bakan Çelik’in beyanından anlaşılacağı üzere, binalar temsil olarak “bir milletin” yeniden inşası olarak planlandı.

Cahit Zarifoğlu İlkokulu

“Estetik, renkli, kuleli Osmanlı Mimarisi” planlanmıştı

Bugün, 2005 sonrasında inşa edilen birçok okul, restorasyona giren binalar, şehirlerine göre Osmanlı-Selçuklu mimarisine göre düzenleniyor. Bu binaların ne şekilde tasarlanacakları Bakan Çelik tarafından şöyle açıklanmıştı:

“Soğuk, gri ve tek tipli okul modeli yerini, estetik, renkli, kuleli Osmanlı mimarisine bırakacak. ‘Gelenekten Geleceğe’ adıyla başlatılan mimari projeler, yeni yapılacak okullara örnek olacak. Tasarlanan yeni okul binalarında Hitit, Selçuk ve Osmanlı yani Anadolu medeniyetlerinin etkisi görülecek. Okullarda, bayrak burcu, binanın iki yanına kuleler inşa edilecek. Sınıflar standart bir şekilde en az 57 metrekare olacak. Engelli öğrenciler okulun bahçe kapısından içeri girdikten sonra sınıflara kadar hiçbir engelle karşılaşmayacak. Bahçe seviyesinden okul ana bina giriş seviyesine kadar standart eğime sahip rampalar inşa edilecek. Zemin kata gelindikten sonra ise her okula yapılacak engelli asansörleri sayesinde tüm katlara çıkış sağlanabilecek.”

Benzer bir mimari anlayışla yapılan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin inşaatı sırasında ünlü mimar Nevzat Sayın’ın “İktidar, Selçuklu ‘olmak’ istiyor ama aralarında Selçuklu mimarisinin ne olduğunu bilen biri yok… Kaçırdıkları ise şu: Zamanın ruhu diye bir şey var. Bir derede iki kere yıkanamazsın.” yorumu dikkat çekmişti.

“E Tipi” ilkokul, “U Tipi” lise dönemi

Kamu binalarındaki bu muhafazakârlaşma hatırlanmasa da gözle görülebilen bir değişim haline geldi. Asıl dikkat çeken konu ise bu eğitim binalarının şekilsel planları oldu. “arkitera.com”un 12 Mart 2008 tarihli haberine göre, “Okulların ihtiyaç programlarını kurum bünyesindeki mimarlar, eğitim dairelerinin de görüşlerini alarak hazırlıyorlar. Projeler eğitim dairelerinin de görüşleri alındıktan sonra müşavir firmalara yaptırılıyor. Mimari projeleri kurumdaki mimarlar kontrol edip, müşavir firmayı yönlendirerek tasarıma katkıda bulunuyorlar.” Ayrıca haberde yer alan bilgiye göre, öğrencilerin ve öğretmenlerin memnuniyetleri ile ilgili herhangi bir anket çalışması yapılmamış. Projelerde 16-40 derslikli 9 ilkokul, 8-32 derslikli olan 11 lise tipi bulunmakta.  Bu projelerde dikkat çeken nokta ilkokulların E, liselerin ise U şeklinde yapılması oldu. Buna göre okulun girişleri yön olarak değişebiliyor ancak şekiller çoğunlukla aynı kalıyor. Bu şekiller gözle rahatça görülebilse de en hakim kavrayışı kuş bakışı görüş veriyor. Denetim ve disiplin açısından hapishanelere benzetilen ilkokul ve liseler “Tip tip” tasarlanarak bu iddiaya bir adım daha yaklaştırılmış oluyor. Bir “E Tipi” ilkokulun hapishaneye, U şeklinde inşa edilmiş bir lisenin de panoptikona benzemesi dikkat çekiyor.

TOKİ’nin 16 Eylül 2015 tarihli duyurusuna göre, proje başlatıldığından bu yana üretimleri tamamlanan veya devam eden toplam 996 okul ve 22 bin derslik inşa edildi. Bu okulların 84’ünü kreşler, 566’sını ilköğretim okulları ve 346’sını ise liseler oluşturuyor.

Şehit Rıfat Çelik İlkokulu

Mevzuat ne diyor?

2011/652 sayılı KHK, ilkokul ve lise binalarının teminine ilişkin şöyle bir tanımlama yapıyor: “Okul ve kurum binaları dâhil, taşınmazlara ilişkin her türlü satım, yapma, yaptırma, bakım, onarım ve tadilat işlerini; bunlara ait kontrol, koordinasyon ve mimari proje çalışmalarını yürütmek” bu dairenin görevidir. Aynı 23. maddenin ‘d’ kısmına göre ise “Okul ve eğitim yerleşkesi gibi eğitim tesislerinin okul ve eğitim tesisi olarak kullanılmak kaydıyla gerçek kişilere veya özel hukuk tüzel kişilerine kiralanmasına ilişkin işleri yürütmek.” Daha sonra çıkarılan “Eğitim Öğretim Tesislerinin Kiralama Karşılığı Yaptırılması ile Tesislerdeki Eğitim Öğretim Hizmet Alanları Dışındaki Hizmet ve Alanların İşletilmesi Karşılığında Yenilenmesine Dair Yönetmelik” de bu eğitim binalarının inşaat ve ihale süreçlerini tanımlıyor. Bu yönetmeliğin amaç kısmında “Bakanlık tarafından karar verilen eğitim öğretim tesislerinin, Bakanlık tarafından verilecek ön proje ve belirlenecek temel standartlar çerçevesinde, kendisine veya hazineye ait taşınmazlar üzerinde ihale ile belirlenecek gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerine kırk dokuz yılı geçmemek şartıyla belirli süre ve bedel üzerinden kiralama karşılığı yaptırılmasına…” şeklinde tanımlanıyor.

Yönetmeliğin tanımlar kısmındaki Kesin Proje, “Belirli bir eğitim öğretim tesisinin Bakanlıkça temin edilen ön projesine göre, ihale dokümanı ve temel standartlar dokümanına bağlı kalınarak…” ifadeleriyle tanımlanırken, yönetmelikteki temel standartlar “Bakanlıkça belirlenecek, her bir eğitim öğretim tesisinin projelendirilmesi, yapımı, bakımı ile tesislerdeki eğitim öğretim alanı dışındaki ticarî alanlar ile hizmet alanlarının ne şekilde işletileceğine dair standartları” olarak belirtiliyor.

Doç Dr. Batuman: “Mekan hem temsil hem organizasyondur”

Eğitim binalarında yapılan bu değişiklikleri ve 2005 sonrası AKP dönemi mimari projesini “Okul Cephelerinden ‘Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na: Mimari Temsil Olarak Osmanlı-Selçuklu ve Ulusun Millet Olarak (Yeniden) İnşası” başlıklı makalesinde inceleyen Doç. Dr. Bülent Batuman sorularımızı yanıtladı.

Doç. Dr. Bülent Batuman

AKP’nin 2005 sonrası yaptığı eğitim binalarının mimarisini makalenizde milli kimlik inşası olarak nitelendiriyorsunuz. Sizce bu mimari sonucunda inşa edilmek istenen öğrenci modeli nasıl bir öğrenci modelidir?

Eğitimin ulus inşasının yanında bir taraftan da mekânları ile ilgili bir şey var. Fakat mekân bunu örgütlemek için tek başına yeterli değil. Eğitim sisteminin dönüşümü ile ilgili de bir sürü şey var, bunu 4+4+4 gibi örneklendirebiliriz. Bu konunun biraz daha genel olarak ele alınması gerektiği açık. Öte yandan mimariyi de sadece bir yansıma, temsili olarak görmek de çok doğru değil. Yani mekânın kendisinin de bu süreçleri örgütleyen, onun bir parçası olan, inşasında onun asli unsurlarından biri olduğunu görmek gerekiyor. Onun için böyle baktığımız zaman, mimariyi iki boyutu ile ele almamız gerekiyor. İlki, temsil boyutu; yani yeni bir millet anlayışı, çünkü ulus inşası diye daha genel olarak tarif ediyorum. Bir milleti inşa etmek, bir milleti temsil etmek, din motifinin daha öne çıktığı, bu kimliğin içerisinde, yeni bir kavrayıştır. Bu temsilin yanında ikinci olarak bir taraftan da sizin de burada bu yapıların aslında oturum biçimlenişine bu anlamda bakmanız çok doğru. Çünkü bir taraftan da mekânın aslında organize edildiği, öğrencilerin nasıl pratiklerle, birbirine bağlı ya da bağlı olmayan sınırlarla ya da geçişkenliklerle tariflenmiş ilişkiler ağı içerisinde, nasıl mekânsal pratiklerle oradaki varoluşlarını sürdürüyorlar, bakmak gerekiyor.

Türkiye’deki okul yapılarının üretiminde çok uzun süre bu tip projelerin, plan tipolojisi açısından baktığımızda, çok fazla farklılaşmadığını görebiliyoruz. Bu kanatlarla örgütlenme meselesi tabi, E tipi diyelim, bu askeri yapılarda falan çok gördüğümüz bir şeydir. Bağlayıcı servis hacimlerinin olduğu, bir kola takılmış kanatlar. Buralarda daha çok avlular farklı çalıştığında, mesela imam hatiplerde görebiliyoruz. Bazen kız-erkek ayrımı gibi şeylere ya da küçük-büyük öğrencileri birbirinden ayrı tutma gibi bir kaygı varsa, yani birden fazla avlunun olduğu durumlarda bu tip kullanımları olabiliyor. Cephelere baktığımızda iki yanda kütleler görüyoruz. Bunlar desenleniyor, Türk bayrağı gibi şeylerle. Ortada daha pencereli olan yerde de birtakım “taklit” kemer hareketlerini görüyoruz. Bir takım formların Türk evinden bildiğimiz geniş saçaklı çatıyı yapmaya çalışıyorlar, bazen tepelere bir şeyler kondurup birtakım çatılar, çatı hareketleri yaratmaya çalışıyorlar.

Bir tarafta böyle formel bir kaygı varken, diğer tarafta da mekânın organizasyonu ile ilgili bir şey var. Dediğim gibi bizim uzun yıllardan beri süren mekân üretimimiz zaten öğrencilerin kontrol altına tutulmasına yönelik olduğu için orada çok da bir farklılaşma görmüyoruz aslında. Öğrencinin olduğunca derli toplu davranması, nereye yönlendirilirse oraya gitmesi, mümkünse kendini çok özgür hissetmemesi, avluların kurgulanışında gözetim altında olabilmek var yani gözlenebilir olması. Yani bunların çoğu mekânsal organizasyon anlamında AKP döneminin icadı değil. Zaten bizim Milli Eğitim kavrayışımızda öğrenciler her zaman için kabahat işlemeye eğilimli, başıbozukluk yapabilecek kişiler. Bu yüzden sürekli gözetim altında tutulması, denetlenmesi gerekilen özneler olarak görüldüğü için, o geleneğimiz sürüyor.

Bu kavrayışta öğrencilerin her zaman bir fail, gözetlenmesi gereken denetim altında tutulması gerek bireyler olarak tanımlandığını ifade ettiniz. Sizce, bir mimar olarak, ilkokulların E, liselerin ise U harfi şeklinde yapılması gözetim anlamında panoptikon’u andırmakta mıdır? Öğrenciler bu anlamda, öğrenciliklerinden çıkıp gözetlenen mahkûmlara dönüşmekte midir?

Mekânsal örgütlenme anlamında panoptikon burada tam doğru değil. Panoptikon’da merkezden dairesel form içerisine yerleştirilmiş hücrelerin, sürekli aydınlık içerisinde olması ve merkezdeki gözetleme kulesinin karanlıkta olup, orada bir noktadan sonra birisi olmasa bile kendimizi sürekli olarak gözetleniyormuş gibi hissetme söz konusudur.

Bir anlamda o aydınlığın bizi çıplaklaştırıp güçsüzleştirmesi ve bizi bir gözetim altındaki özne olarak kuruyor olmasıdır. Şimdi burada aslında şöyle enteresan bir şey var, derslik ihtiyacının getirdiği, gözetlemeyi zorlaştıran bir şey. Yani form kırılmaya başladıkça -düz yapıdan U’ya doğru-  aslında nazarın, gaze yani, ulaşımı zorlaşıyor. O anlamda tersine çalışan bir yanı var. Çünkü daha ince uzun olan bir şeyde koridor boylu boyunca gidiyorsa, bir uçtan diğeri ucu görüyorsunuz. O aslında Panoptikon’un bir anlamda ideal iç mekân versiyonudur.

Bahçedeki öğrenciyi gözetleyen müdür nasıl görmek isterse, koridordaki nöbetçi de aynı şekilde koridoru sonuna kadar görebilmek ister. Neyse ki birebir böyle istenilen, arzulanan olsa bile… Tabi şunu da söylemek lazım hiçbir zaman o mükemmelliğe erişmesi mümkün olmuyor iktidarın. Yani böyle bir gözetim için kurgulansa bile kullanıcının aşağıdan yukarı iktidarı da onu hep bozunduruyor, hep aşındırıyor, hep denetleyen iktidarın uzanamayacağı birtakım nişleri bulma, icat etme, inşa etme gibi şeyler yapıyor. Tıpkı çocukluğumuzda bahçenin köşelerine saklanmamız, büstün arkasına kaçmamız gibi. Hiçbir zaman okul, öğrencileri istediği gibi her an içerisini gözetleyebildiği bir mekânsal organizasyonu üretemiyor. Bazen mekânsal zorunluluklar, işte “burada şu kadar derslik olması lazım, onun için ne yapacağız buna bir kol takmamız lazım” gibi şeyler olabiliyor. Onun için U ve E meselesini ben doğrudan kontrol kaygısı ile üretilmiş formlar gibi düşünmenin çok da doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu tip yapılar daha çok işlevsel biçimlenişlerdir. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda da var aynı E yapısı. Uçtan uca ulaşım, dikey sirkülasyon vesaire biraz daha derli toplu yapmak için, E formu çok kullanılan bir şeydir.

Keçiören Yunus Emre İlkokulu

Bu yapı tarzını işlevsel olarak görüyorsunuz. Peki, bu E ve U tarzı yapıların makalenizde incelediğiniz Selçuklu-Osmanlı mimarisinde yerleri var mı?

Aslında yapı tarzını Selçuklu-Osmanlı olarak Milli Eğitim tarif ediyor. Makalede de söylediğim gibi Selçuklu-Osmanlı diye bir şey yok. Çünkü Selçuklu’nun kendisi bile bütünselliği olan homojen bir olgu değil. Devlet olarak da öyleler, mimari olarak da öyle. Hazar Denizi’nin doğusundan gelen örnekler ile Anadolu’dan gelen örnekler arasında çok ciddi farklılıklar var. Devlet yapısı olarak farklılıklar var. Selçuklu ile Osmanlı arasında bazı süreklilikler açısından kesişmeler varsa bile çok ciddi kopukluklar var.

Bazı Osmanlı tarihçileri şunu söylüyor, devlet mekanizması olarak süreklilik ilişkisi Selçuklu’dan çok Bizans ile var. Enteresan bir örnek vereyim, Selçuklu camilerinde kubbe yoktur. Bu camiler genelde kolonlu, düz çatılı yapılardır.

Yakın dönemde Selçuklu camisini yorumlamaya çalışan modern bir öneri olarak çok enteresan bir camii projesi vardı. Malatya’da Mimar Nevzat Sayın’ın tasarladığı bir cami projesiydi. Çok da güzel Selçuklu orijinine referans veriyor ama teknolojisiyle, yorumlayışıyla çok güncel hoş bir proje önerisiydi. Tam inşaata başlanacağı zaman Tayyip Erdoğan ziyaret ediyor. “Başbakanım size yeni camimizi gösterilim” falan diyorlar ve projeyi gösteriyorlar. “Ya bunun kubbesi yok” diyor ve proje iptal oluyor. Orada Selçuklu’nun ana fikrine, oradan çıkarabileceğimiz mimari fikirleri alan, bugüne uyarlamaya çalışan başarılı bir proje ama onun kafasında kubbe olmazsa cami olmaz gibi bir şey olduğu için iptal ediliyor. Bu bile Selçuklu-Osmanlı meselesine dair gerilimi bence iyi anlatan bir şey.

Bu Selçuklu-Osmanlı’nın beraber bir parantez içerisinde düşünülmesi daha çok Türkiye’nin toplumsal olarak tarihsel referanslarını ayıklıyor olması ile alakalı bir şey. Yani bu Anadolu’da kimler yaşamıştır diye baktığınız zaman, bunlar işte hem Müslüman hem de Türk olacak. Bu parantez aslında onu kapamaya çalışıyor. Bunun içine işte; Müslüman olan ama Türk olmayanlar girmesin işte Kürtler, Araplar vesaire, ya da giriyorsa bile baskılansın, bir kimlik olarak ortaya çıkmasın. Öbür taraftan gayrimüslimler, onların durumları daha vahim, onlar zaten dışlanıyor. Yani bu bir dışlama projesi. İsimlendirirken de bu bir temsil kurma projesi. Onun için de Selçuklu-Osmanlı dediğimiz zaman da birden bire, “bizim işte, biziz, millet olarak bizim tarihimiz”, Türk ve Müslüman olanlarla tariflenmiş oluyor ve parantezi kapatmış oluyoruz. Diğer taraftan Türkiye, Orta Asya’daki restorasyon faaliyetlerini falan destekliyor. Yani bu kökeni de inşa etme çabası, Alparslan mezarını bulmaya falan çalışıyorlar. Bu bir taraftan da yeni bir yayılmacılık biçimine de dönüşüyor. Neo-Osmanlı deniliyor, ama bunun bir kolu da sadece Ortadoğu’da değil, diğer kolu da Orta Asya’ya doğru gidiyor, inşa edilen camilerle vesaire ile. Böyle bir seferberlik de var.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/16649
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Okul binalarında yeni model: “E ve U Tipi”

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat