6 Kasım 2024, Çarşamba - 22:35

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

“Çok satan” yayınevinden eleştirilere yanıt: “Kötü kitap yazanları değil okuyanları eleştirmek gerek… Kaliteli kitap satılsa biz de yayın planımızı değiştiririz”

Tarih: 03 Nisan 2019

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 743

Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ertürk Akşun eleştirileri yanıtladı: “Kötü yazar sorunu değil iyi okur olmaması sorunu var”

Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim

Kapalı Gişe Yalnızlık

Bana Kadar Yolun var

Aşkın İstilası

Kalbin Temizse Hikayen Mutlu

Hayat Cesurlara Torpil Geçer

Bukre Kalp

Bana Mutluluktan Bahset

Bazı Yollar Yalnız Yürünür.

Nilgün Bodur

Serkan Özel

Metin Hara

Hakan Mengüç

Bircan Yıldırım

Kahraman Tazeoğlu

Ezgin Kılıç

Özgür Bacaksız.

Son yılların hem en çok satan hem en çok eleştirilen kitapları ve yazarları… Tümü Destek Yayınları etiketiyle okura sunuldu.

Bu kitaplar, niteliksiz yazıların edebiyat diye sunulması ve intihallerle dolu olması gibi eleştiriler alıyor.

Sosyal medyada ve sözlüklerde, her biri için binlerce yorum yapılıyor, piyasayı niteliksizleştirdiğinden ve iyi kitapları görünmez kıldığından bahsediliyor.

Çok satan kitapların en önemli yayınevlerinin başında gelen Destek Yayınları ise şimdiye kadar eleştirilere kapsamlı ve doyurucu bir yanıt vermemişti.

GÖRÜNÜM, Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ertürk Akşun’a kitapları nasıl seçtiklerini, yazarları nasıl bulduklarını ve eleştirilere yanıtlarını sordu.

Akşun, asıl sorunun kötü kitaplar yayımlanması değil iyi okur kitlesi olmaması olduğunu söylüyor. Lince uğradıklarını düşünen Akşun, linç kültürünün “cahil halk bir tarafa, okumuş, entelektüellerde de yaygın” olduğunu belirtiyor. İyi kitapların ise satılmadığını ifade eden Akşun, “Emin olun çok çok kaliteli kitaplar çok satılsa biz hemen tüm yayın planımızı ona göre değiştiririz” diyor.

Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ertürk Akşun’un sorularımıza verdiği yanıtlar:

Yayınevinizden çıkan kitaplar çok satıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Şöyle bir söz vardır: “Bırak seni başkaları övsün.” Ama görünen köye de kılavuz istemez. Son 7-8 yılda çok satanlar listesinde hep 3-5 kitabı olan bir yayınevi olduğumuza göre burada bir farklılık, bir sır var demektir. Kendimizi övmek için söylemiyorum ama, hiçbir şey de tesadüf olamaz. Peki bizim farkımız ne? Diğer yayıncılara göre en belirgin farklılığımız hâlâ ilk günkü amatör ruhumuzu devam ettirmemiz olabilir. Hâlâ bütün seçimi, üretimi ve pazarlamayı Yelda Hanım’la birlikte biz yaparız. Tabii ki arkamızda güçlü bir ekibimiz var, kapak tasarımcımız, sosyal medya uzmanlarımız, halkla ilişkilerimiz, editörlerimiz, satış müdürümüz… Hepsi bizimle birlikte o amatör ruhla çalışıyorlar. Bizim yayınevimizde hiçbir zaman ast-üst yoktur ve olmamıştır, herkes fikrini söyler, rahat çalışır, rahat üretir. Her gün aynı heyecanla yeniden üretiriz.

Marx’ın yabancılaşma tanımı, esas olarak insanın yaptığı işe yabancılaşmasıdır. Otomatikleşmiş bir üretim tarzında, herkesin ürettiği metanın bütün halini bilmeden, sadece kendi uzmanlaştığı alanda üretmesinden doğan yabancılaşmadır bu. Ama biz her gün yeniden, yeni bir ürünü başlangıcından sonuna dek ve hep birlikte üreterek bu yabancılaşmadan sıyrılmış oluyoruz. Her ürettiğimiz ürün yeni bir heyecan oluyor hepimize. Bu da doğal olarak başarıyı getiriyor. İkinci olarak da, üretilecek ürüne yazılmadan önce başlayan süreçte müdahil oluruz. Pazarı yazar değil, biz biliriz mantığıdır bu. Yazarı başından itibaren biz yönlendiririz. Daha fazla sırlarımızı ifşa etmeyelim…

Yayınevinize yayımlanma talebiyle pek çok kitap geliyordur. İçlerinden hangisini yayımlayacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?

Hazır gelen dosyalar elbette günlük 10-20 dosyayı bulmaktadır. Memleketimiz okuyan değil ama kesinlikle yazan bir topluma dönüştü. Gençliğimde Sombahar isimli bir edebiyat dergisi yayımlanırdı. Gayet de kaliteli bir dergiydi. Ben de şiir yazdığım için takip ederdim. Dergi bir gün kapanma sebebini yazıp kapandı. Yanlış hatırlamıyorsam şöyle bir şeydi bu yazı:

“Sevgili okurlar, ortalama olarak her ay yayımlanmak üzere bize on bine yakın şiir geliyor, ama biz beş yüz adet dergi satabiliyoruz. Dergiye şiir gönderen arkadaşlar şiirim yayımlandı mı diye dergiyi alsa on bin satışa ulaşacağız…”

Yani yazanı okuyandan fazla olan bir memleketiz maalesef… Halbuki esas entelektüel faaliyet yazmak değil, okumaktır. Sorunuza gelecek olursam, bize hazır gelen dosyalardan daha çok, biz yazarları belirliyoruz. Elbette bize hazır gelen dosyalardan basmaya karar verdiklerimiz de oluyor.

Nilgün Bodur, Kahraman Tazeoğlu, Hakan Mengüç, Metin Hara… Yazarlarınız ile yayınevinizin bir araya gelme sürecini anlatır mısınız?

Bazen yazara biz ulaşıyoruz, bazen de yazar bize ulaşıyor ama eninde sonunda projeleri birlikte konuşuyoruz. Örneğin Kahraman Tazeoğlu ile Yelda Hanım sayesinde tanıştık. O zamanlar Kahraman’ın sözleri sosyal medyada dolaşıp duruyordu. Basılmış olan 7 kitabı vardı ama satış rakamları çok düşüktü. Yelda Hanım sözlerinden çok etkilenmiş, çağırdı, buluştuk. Sonra ortak bir proje yaptık. Başka adlı kitabıydı o da. Ve satış rakamları yüz binleri bulan ilk kitabı oldu. Hakan Mengüç’le de buna yakın bir buluşma oldu. Ama Hakan’ın henüz hiç kitabı yoktu ve biz onda yazar geleceğini gördük. Ve Hakan’a ulaşıp kitap yapalım dedik.

Okuyucu kitleniz genelde kimlerden oluşuyor?

Biz Türkiye’de sosyal medyayı kullanan ilk yayıneviyiz. Hiç kitap okumamış yaklaşık bir milyona yakın yeni okuyucu kazandırdık sektöre. Ama bizde çeşitlilik çok olduğu için, siyasi okurumuz da var, kişisel gelişim okurumuz da var, sosyal medya kullanan genç bir okuyucu kitlemiz de var.

Yayınevinizden çıkan bazı kitaplar birtakım eleştirilerin odağı oldu. Kamuoyu ise yayınevinin ne düşündüğünden habersiz. Eleştirilere ne yanıt vermek istersiniz?

Post-trust çağında yaşıyoruz. Yani hakikatin önemsizleşmesi… Bu aynı zamanda insan aklının da yitimi anlamına geliyor. Karanlık bir çağ, ikinci ortaçağ da diyebiliriz. Aydınlanma çağı, aklı en üst seviyesine çıkarmış bir çağdı. Şimdi ise herkesin hakikatinin kendine özgü olduğu –bu hakikatin olmaması anlamına geliyor– bir çağda yaşıyoruz. Ortaçağın en önemli yargı şekli, yargısız infazdır. Linç kültürüdür yani. Linç ne demektir, savunması alınmadan yargılamaktır. Günümüzde sosyal medya bu şekilde kullanılıyor, linç… Linç ortaçağa aittir ama ne yazık ki, linç, cahil halk bir tarafa, okumuş, entelektüellerde de yaygın. Ortada birikmiş bir kin var ve bu kin linç kültürüne dönüşüyor. Bu linç kültürü aydınların veya okumuşların kendi vicdanlarını temizleme çabasından başka bir şey değil maalesef. Ve en kötüsü yarın sabah uyandığımızda başka bir linç kampanyasının hikâyesini okuyacağız. Karanlık, uğultulu bir koronun kendinden geçmesini izlemeye devam edeceğiz. Toplumsal aklımızı kaybettiğimiz için, hepimiz, aydınlar, entelektüeller de dahil olmak üzere, eleştirdiğimize dönüşüyoruz. Bu kaçınılmaz bir son, savaşın uzaması, savaştığımız şeye dönüşmemizi sağlıyor. Bizim yayımladığımız kitapların eleştirilmesi sorunu değil, toplumsal bir durum, yoksa ben de yayımladığım birçok kitabı eleştirebilirim. Bu da benim kişisel bakışımla ilgilidir. Bu konu da çok uzun bir konu. Ama genel olarak sonuç yargılamadan infaz etmek. Ben olsam eleştirdiğim kitapları zaten okumam. Hatta eleştireceğim kitapların varlığından dahi haberdar olmam. Kötü kitap yazanları eleştirmek yerine, kötü kitapları okuyanları eleştirmek daha doğru geliyor bana. Ülkemizin asıl sorunu, kötü kitap yayımlamak, kötü yazar sorunu değil, iyi okuyucu kitlesinin olmaması. Emin olun çok çok kaliteli kitaplar çok satılsa biz hemen tüm yayın planımızı ona göre değiştiririz.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/22423
Yol: Ana sayfa » Yazılar » “Çok satan” yayınevinden eleştirilere yanıt: “Kötü kitap yazanları değil okuyanları eleştirmek gerek… Kaliteli kitap satılsa biz de yayın planımızı değiştiririz”

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat