3 Kasım 2024, Pazar - 04:38

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

“Mahalli ağızda ustalaşmayan, profesyonel olamaz”

Tarih: 07 Ocak 2018

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 809

TRT Türk Halk Müziği Sanatçısı Zülküf Altan ile Anadolu halk müziği genelinde, Elazığ ve Diyarbakır türküleri üzerine söyleştik.

Zülküf Altan 1949 yılında Elazığ’da dünyaya gelmiş, ve Diyarbakır- Elazığ türküleriyle büyüyerek bugün belki de, Şark Bülbülü diye anılan Diyarbakırlı Celal Güzelses’in, Elazığlı Enver Demirbağ’ın ardında bıraktığı en önemli ustalardan birisi olmuştur, tıpkı âşık geleneğindeki gibi usta-çırak geleneğini hala daha yaşatır. Sohbetimizde genel olarak kendi yöresinin müziklerini, o müziklerin ortaya çıkış koşullarını, halk tarafından nasıl kabul edildiklerine yer verdik.

Fotoğraf: Dicle Korkmaz

Halk müziğiyle ilgilenmeye nasıl başladınız?

Amatör olarak başladım tabii ki. Babam rahmetli müezzindi, onu okuduğu eserler vardı, o öldükten sonra araştırdım. Elazığ ve Diyarbakır okumuş, ondan sonra ben de Diyarbakır’a ve Elazığ’a yönelmeye başladım. 1976’da İstanbul radyosunda başladım.  O zaman bölge sanatçısıydım kadro olmadığı için 1984’te Erzurum radyosunda kadro verdiler oraya gittim 6 sene kaldım, daha sonra Ankara radyosuna geçiş yaptım.

Kaç türkü derlediniz şimdiye kadar?

Ona yakın derlemem var. Ama bizde beste olmaz, besteleri sorarsanız çok tabi fakat TRT’de derleme olur. Bazıları hiç okunmamış hatta kaybolmak üzere. Mesela ben en son Malatya’dan Fahri Kayahan’ın “ Söyleyin güneşe erken doğmasın”  uzun havasını çocukluğumdan hatırlardım, aramadığım yer kalmadı. En son Sivas’ta bir arkadaşımda buldum, hiç okunmamış bir eserdi, ilk ben okudum. Büyük ihtimal okunmasaydı kaybolup gidecekti.

İki albümünüz var, Elazığ ve Diyarbakır parçalarından oluşan. Albümlere dair neler söylemek istersiniz?

Ankara Radyosu’nda Diyarbakır ve Elazığ olmak üzere iki albümüm yayınlandı. Elâzığ’da Diyarbakır’da ne kadar uzun hava çeşitleri varsa, bütün makamları okudum. Yani şöyle diyebiliriz Elazığ artı Diyarbakır eşittir Zülküf Altan, öyle bir albüm yaptım.

Neden bu iki yöre üzerinde yoğunlaştınız ?

Dediğim gibi babam öldükten sonra onun okuduğu türkülerin Diyarbakır ve Elazığ türküleri olduğunu öğrendim. Diyarbakır’da Celal Güzelses’in plaklarıyla büyüdüm. Elazığ’da da Enver Demirbağ, Paşa Demirbağ, Hafız Osmaneli.. Bunlarla büyüdük biz. Bu insanların müziklerini icra etmek oldukça zordur, ben iyice ağırlık verdim. İlk zamanlar amatör olarak yapıyordum, daha sonra profesyonel olarak devam ettim.

Elazığ’da Elazığ okuyup, Elazığlıya sevdirmek çok zordur, çünkü Elazığ’da mahalli sanatçı çoktur; Lokman Tasali, Enver Demirbağ, Paşa Demirbağ, Kemal Yeniceli, Demirci Sıtkı sayamayacağım daha çok isim var. Dolayısıyla Elazığ’da bir mahalli ağzı var, o mahalli ağızdan çıkıp profesyonel ağıza geçiş yaptım. Ustalarımızın ağzıyla bu türküler Elazığ’da okunmuş, sadece Elâzığ’da kalmış.

Biz bu türküleri Ankara Radyosuna taşıdığımız zaman kimse dinlemedi, fakat o ağzı düzeltip daha profesyonel bir ağızla okuduğumuz zaman dinlenmeye başladı, “Yara Bende” çok eski bir eser ama benle birlikte meşhur oldu.  Bunun dışında Diyarbakır’da tek ölçü Celal Güzelses’tir, dolayısıyla Diyarbakır eserlerini okumak ve sevdirmek kolaydır.

Elazığ okumak gerçekten zordur,  Elazığ ayrı bir özelliğe sahip. Herkes kendi yöresinin ustadır. Ben şimdi kalkıp Karadeniz’i nasıl okuyayım? Şivem gitmez, tavrım yok. Profesyonel sanatçılık yetersiz kalır, notayı alıp okusan bile eksik kalır. O yüzden her müzisyen önce mahalli ağzında ustalaşmalıdır, daha sonra profesyonel anlamda kendini geliştirmelidir. Mahalli ağızda ustalaşmayan hiçbir halk müzisyeni, profesyonel olamaz.  Tabi Türk müziğinin çeşitli makamları farklı isimlerle Harput musikisinde de vardır, divanlar, müstezatlar, hoyratlar..

Elazığ ve Diyarbakır müziğine Ermenilerin bir hayli katkısı olduğunu biliyoruz, ne gibi etkileri vardır?

En başında sazları mesela. Bugün Elâzığ’da Diyarbakır’da Ermeniler zamanında en çok okunan eserler seslendirilmektedir, onlar bağlama kullanmamıştır. Celal Güzelses de hiç bağlama kullanmamıştır. Bağlama âşık sazıdır, Diyarbakır’ın ve Elazığ’ın âşık geleneğinden farklı bir müzik kültürü, müzik şekli vardır.

Sanat müziği ve halk müziği arasında bir müzik kültüründen bahsediyorum, çünkü sanat müziği Ermenilerin zamanında çok gelişmiştir. Mesela bir “Ahçik” türküsü, bu türküde bir Elazığlının Ermeni bir kıza âşık olması anlatılır, bu türkü de benim derlememdir. Hatta dizisini bile yaptılar, fakat derlemesinin bana ait olduğunu yazmadılar. Ya da Hafom’un Evi Kaya Başında türküsü de.

Hafom’un Evi Kaya Başında türküsünün hikayesi nedir ?

Hafom çok güzel bir kadındır, Elazığlı genç bir oğlan ona âşık oluyor. Fakat ahali Hafom’un kötü bir kadın olduğunu düşünüyor ve ne yapsalar ne etseler de genç oğlanı vazgeçiremiyor. Sonra toplanıp Hafom’un evini yakıyorlar, türküde geçer “Hafom’un evi kayabaşında / oyalı yazma yandı başında” hikayesi böyledir.

Yanılmıyorsam Ahçik türküsünü Erkan Oğur da okudu, bizler ilk ondan duyduk. O size danıştı mı tekrar düzenlerken ?

Ama o zaman Enver abi hayattaydı, ben derleyicisiydim. Ben de kaynağım fakat kimin kaynağıyım ? Yok almadı, zaten Enver abi de vermezdi, sevmez öyle şeyleri. Benim derlediğim bir başka türkü daha vardı, “Oy Akşamlar” türküsü. Onun kaynağı Enver Demirbağ’dır. Tabi ben TRT’de olduğum için o türküyü ben okuyana kadar İzzet Altınmeşe okudu, ona mâl oldu. Böyle şeyler de oluyor tabii ki.

Bu kadar parça okudunuz, derlediniz,  bunlar toplumun içinden nasıl çıkmışlar, ya da toplumda nasıl konumlanmışlardır?

Bunlar gökten zembille inmedi, bütün bunların bir bestecisi, kaynak kişisi mutlaka vardır. Nasıl ki insan bir yörede doğup büyüdüğü zaman o yörenin şivesini,  tavrını alıyorsa, türküler de o yörelerin tavrını almıştır. Orası kokuyor, o toprak kokuyor, oraya benziyor. Bu parçalar oralarda icra edilir ve daha sonrasında halkın süzgecinden geçer, türkü olarak yayımlanmaya başlar. Ama hepsinin mutlaka bir öyküsü vardır. Mamoş’un hikâyesini bilirsin.

O toplumun dinamizmi sayesinde bu türküler ortaya çıkıyor yani..peki halk müziğinin problemleri içerisinde genç nesil arasında fazla dinlenmemesini neye bağlıyorsunuz?

TRT’de bile rastgele müzik çalıyor, halk müziği bitti zaten. Sanat müziğini, halk müziğini öldürdüler. Benim oğlum bile halk müziği dinlemiyor. Topluma ne verirsen toplum onu alır. Halk müziğinin hakkı hiç teslim edilmiyor, bırak teslim etmeyi bunca yıldır bu müziğin icrasında emek veren insanların ismini bile söylemiyorlar. Allahtan internet çıktı da artık çoğu bilgiye oradan ulaşabiliyoruz. Ama bunca senedir halk müziği icra ediyorum, artık içime öyle bir işlemiş ki okumasam duramıyorum evin içinde bile dolanırken odaya gidip gazel okuyorum. Biz bu işi para için yapmadık.

Elazığ Diyarbakır türkülerinin yaygınlığı nedir?

Bu soruya TRT olarak cevap vereyim, kayıtlar daha güzel enstrümanlarla yapılsaydı, belki yaygınlığı daha fazla olurdu. Bu tüm türküler için geçerlidir. Halka sevdirmek için melodi çok önemlidir, bizim yaptıklarımız enstrüman yetersizliğinden ötürü sanki kuyudan gelen bir sesi andırıyor, o yüzden yaygınlaşmıyor, insanlara sevdiremiyoruz. Fakat piyasada değişik sazlarla çok sesli bir şekilde seslendiriliyor bu türküler, o sebeple bir anda yıllardır okuduğumuz türkü bilmediğimiz duymadığımız bir adam tarafından meşhur ediliyor.

TRT’nin bu anlamda çok büyük bir hatası oldu. Gerek âşık geleneğinde gerek makamlarda usta-çırak ilişkisiyle türküler derlenirdi. Daha sonra kayıtlar, plaklar ortaya çıktı. Eskiden böyle imkânlar yoktu, plak bulsam pikap yoktu. Kahveye gider dinlerdim, “hele uyan yar” türküsünü ben kahvede öğrendim ve çok sevdim.  Dolayısıyla kayıtlar, ses, enstrüman bütün bunlar bir müziğin daha fazla yayılmasını sağlar.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/16743
Yol: Ana sayfa » Yazılar » “Mahalli ağızda ustalaşmayan, profesyonel olamaz”

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat