Katliamın gazeteci tanıkları anlattı
Türkiye tarihinin en karanlık gününü 10 Ekim günü Ankara Garı’nda yaşadı. 103 kişinin hayatını kaybettiği ve yüzlerce kişinin yaralandığı saldırıda birçok gazeteci de alandaydı.
Patlamanın ardından alandan ilk canlı yayını yapan kameraman Turgut Dedeoğlu ile patlamanın simgesi haline gelen fotoğrafı çeken foto muhabir Tümay Berkin patlama öncesi, anını ve sonrasını GÖRÜNÜM’e anlattı.
Turgut Dedeoğlu: “Patlamayla beraber yayına girmemiz bir oldu”
Saat 10.00’da Ankara Garı’nın önünde canlı yayın yapacaktık. Toplanma saati 10.00, hareket saati 11.00’dı. Gruplar yavaş yavaş toplanır diye saat 09.30’da alandaydım. Çoğunluğunu Ankara dışından gelen insanların oluşturduğu gruplar yeni yeni toparlanmaya başlamıştı. Patlamanın gerçekleştiği yerin yaklaşık 25 metre uzağına tripotu kurdum. Yayın için 3G’yi hazırladım ve 09.50’de muhabir arkadaşım geldi. Biz İstanbul’a yayına hazır olduğumuzu söyledik. Saat 10.00’da yayın vardı, önce Suruç’a bağlandılar. Saat 10.04’de yayına girdik. Hemen yanımızda halay çeken bir grup vardı. HDP’li grubun patladığı bölgede “Hemen şimdi barış” sloganları atıyorlardı. Önümde muhabir arkadaşım vardı, elinde de mikrofon. Tam yayına gireceğimiz sırada patlama sesini duydum.
“Bombayla aramızdaki insanlar bize set oldu, onlar öldü biz sağ kaldık”
İnsan patlama sesinin ilk önce bomba olup olmadığını algılayamıyor. Böyle barış mitingine saldırı olacağı aklıma bile gelmiyordu. Bombanın patladığı grupla bizim aramızda bir grup vardı. Bize doğru kaçmaya başladılar. Bombanın patlamasıyla kayda girmem bir oldu. Çektiğim görüntülerde de var, bombanın patladıktan sonraki bulut hali. İlk önce muhabir arkadaşım söyledi: “Turgut abi bomba patladı” diye. Ben onun tepkisiyle beraber kamerayı tripottan söktüm, 3G’yi sırtıma aldım ve hemen bombanın patladığı alana gittim. IMC TV olarak 10.05 – 10.06’da yayına girdik. Alanda koşuşturmaya başladığımızda iki bomba patlamış, biz tek bombayı algıladık. O anda insanın beyni sıfırlanmış gibi oluyor. Sadece gideyim görüntüyü göndereyim düşüncesiyle ben alana koşar adım gittim. Ayaklarım kayıyordu sürekli, yürümekte zorlanıyorum. Sonra bir baktım yer kıpkırmızı kan. İnsanların vücut parçaları, kimisinin beyni dağılmış, etrafa el ve bacak parçaları saçılmış. İlk gittiğim yer HDP’li grubun patladığı alandı. İlk önce oraya gittim çünkü bombayı ilk gördüğüm yer orasıydı. Tripotu kurduğum yer havuzun hemen arkasıydı. Bize o şarapnel parçalarının gelmemesi, aramızda yer alan insanların bizi set olarak korumasından kaynaklanıyor. Bombayla aramızdaki insanlar öldü, biz sağ kaldık.
“Gencecik insanların gözlerinde o ışığın yok oluşunu görüyorsun”
İkinci bir bomba olabilir şüphesi hakim etrafta, diğer yandan yerdeki insanları saymaya çalışıyorum. İlk saydığımda bedeni bütün bir şekilde 28-29 kişi vardı. Gözlemlemeye çalıştım. Ben savaş bölgelerinde çok kaldım. Bosna’ya gittim, Çeçenistan’a, Irak’a ve Afganistan’a gittim. Savaş bölgelerinde kaldım ama sağıma baktım 50 kişi, soluma baktım 50 kişi, 100 kişiyi aynı anda ölü görmedim hiç. Bu kadar vahşi bir biçimde ölmüş insan görmedim. İnsanların beyni patlamış, organları saçılmış etrafa, kolları ve bacakları kopmuş. Alana ilk girdiğimde herkes kaçmıştı. Hareket halinde bir tek ben vardım. Yaralılar yerde yatıyordu, sağ kalanlar kaçmıştı. Kime baksam insanlar ‘Yardım edin, yardım edin’ diye bağırıyordu. Gazeteci olarak bir taraftan düşünüyorum. İlk yardım eğitimi aldım ben, muhakkak biliyorum nasıl ilk yardım yapılacağını. Ama o kadar çok insan var ki hangi birine yardım edebilirim. Bir taraftan da düşünüyorum, sırtımda kamera var. Bunu yayına vermek zorundayım. Tek başıma bir şeyler yapacağıma o sırada kanaat getirmedim. Hiçbir faydam olmaz, yardım edemem. İnsanların bacakları kopmuş. Sağındaki insanın bacağına tampon yapsan, solundaki insanın iki kolu birden kopmuş ona tampon yapman lazım. Hangisi öncelik taşıyacaktı. Bir taraftan da kendimi korumaya çalışıyorum. Başka bir bomba varsa, patlarsa nasıl bir önlem alabilirim diye. Diğer yandan yayını yapmaya çalışıyorum. Çok fazla hareket etmiyorum. Çünkü 3G donuyor. Bir taraftan da yardım için gelen var mı diye etrafıma bakınıyorum. Orada gencecik insanlar vardı. Onların gözüne bakıyorsun ve öldüklerini hissediyorsun. Çünkü gözündeki o ışık kayboluyor. Gencecik insanlarının gözlerinde o ışığın yok oluşunu görüyorsun. Bir taraftan birisi senin bacağına sarılıyor, bırakma diye. Arkamda muhabir arkadaşım vardı bir ara onu kaybettim, onu telaşı var içimde. Bir taraftan İstanbul’u arıyorum, yayında mıyız değil miyiz bilgisine sahip değilim. Telefonum çaldı bir ara, zaten çok fazla arayan olmuş, geçici bir sağırlık yaşıyorsun, bombanın etkisiyle hiçbir şey duymuyorsun, hiçbir şey hissetmiyorsun. En son arayanı aradım ve büro çıktı. “Çok fazla kan ve ceset parçası göstermemeye çalış, canlı veriyoruz” dediler.
“15 – 16 dakika çekim yaptım, tek bir ambulans gelmedi”
Bir polis aracı vardı. Halk polis aracını iteklemeye çalışıyordu. Çünkü yolu kapamış, ambulansın geçişine engel oluyordu. Sonra insanlar, o anki psikolojiyle polis aracına vurmaya ve onu parçalamaya başladılar. Polis aracı o hızla geri çıktı. Yaklaşık 15-16 dakika çekim yapmışım ve hiçbir ambulans yoktu. Tek bir ambulans vardı alanda, o geldi sadece. O da en ağır hasta kimse alıp gitti.
Dakikalar geçtikçe insanlar olayın farkına varmaya başladı. Kimisi annesiyle, kimisi sevgilisiyle gelmiş. Garın tuvaletine gitmiş, çıkışta bomba patlamış, annesini ve babasını kaybetmiş. Kimisi az ilerde köfteci var. Köfte almaya gitmiş, döndüğünde bomba patlamış kız arkadaşını kaybetmiş. Orası mahşerdi. Herkes kendi canının derdinde değil, kaybettiği canın derdindeydi. EMEP’lilerin yoğun olarak öldüğü bölgeye geçmeye çalıştığımda bu sefer çevik kuvvetin gelip gaz attığını gördüm. Gaz bombasını atınca tabi, insan bir refleksle gazdan uzaklaşmaya çalışıyor. İnsanlar can havliyle polisin önüne çıkıp, “Ya orada ölüler var gaz atmayın” dediklerinde polisin copu kaldırarak insanların başına vurduğunu gördüm. Elimde kamerayla 19 Mayıs Stadı’na doğru koşmaya başladım. Sonra anladım ki orda da bomba patlamış. Soranlara hep diyorum ki tek bombaydı. Önce fünyenin ardından bombanın patladığını duydum. Halbuki o fünye değil ikinci bombaymış.
Benim orada şahit olduğum ve unutamadığım olaylardan birisi de, insanlar artık duyarsızlaşmış mıdır bilmiyorum ama cep telefonuyla alanda dolaşıp görüntü çeken insanları gördüm. Bir yaralanın ya da ölmek üzere olan birisinin yanına eğilip onun elini tutmak ona cesaret vermek varken cep telefonuyla görüntü almaya çalışması bana insanların kafalarında bunların olağan şeyler olduğunu düşündürttü.
“Alanda tek bir polis yoktu”
Polis, “Miting alanı Sıhhıye olduğu için, Ankara Garı’nda güvenlik önlemi almadık” diyor. O bombanın patladığı yerde iktidarın pek hoşlanmadığı gruplar var. 10 kişilik bir basın toplantısına 50-100’den fazla polis gelirken, bu kadar büyük bir mitingin olduğu alanda tek bir sivil polisin olmaması.. Ben 30 yıllık kameranım, bunun 20 yılını Ankara’da geçirdim. Eylemlere gidip geldikçe kimin polis kimin polis olmadığını çok iyi biliyorum. Normal eylemlerde gördüğümüz sivil polislerin hiç birini görmedim ben barış mitinginde. Hatta çok ağır yaralanan ve ölen polis cenazesi de yoktu alanda. Belki de gazetecilik refleksi her şeyden şüphe duymak gibi, şüphe duyuyorsun. “Bu bilinçli bir şey mi” diyorsun.
Tümay Berkin: “Eli yüzü kan içinde yaralılar bize doğru koşuyordu”
Ben alana eski terminal tarafından 09.45 civarında giriş yaptım. Yol zaten kapalıydı. Duyurudan kaynaklı, İnsanlar gelir gelmez garın önünde toplanıyorlar. Yoğunluk ve kalabalık vardı daha hareketliydi. Köfteciler vardı. “Biji bunlar, biji köfte” diye köfte satıyordu. Bir süre onları takip ettim. Sonrasında ön tarafta kortej oluşturuldu ve en öndeki otobüsün üzerinde fotoğraf çekenleri gördüm. Bir genel fotoğraf almak için otobüse çıktım. Otobüsün konumu uygun gelmedi bana, çıkmamla inmem bir oldu. Foto muhabiri bir arkadaşı gördüm. İndim otobüsten onun yanına gittim. Birer sigara yaktık tam o sırada ilk patlama oldu. Ardından bir patlama sesi daha. İki dakika ile kurtardım bende aslında. Arkadaşıma sigara uzatınca durdu. Eğer ben ona sigara uzatmasaydım biz de orada olacaktık. Biz hemen ordan koşarak patlamanın olduğu alana doğru koşmaya başladık. Üç beş sıra geçtikten sonra geriden gelenleri görmeye başladık. Devam ettikçe alandan bize doğru koşan yaralılar gördük. Eli ve suratı yara ve kan içinde. Bir süre sonra boş bir alan çıktı. Ben ilk farkına varamadım. O boşluğa bakıyorum. Sonradan yerdekileri fark ettim. Bir tünel gibiydi. Yaralılar koşuyor. Ondan sonra boş bir alan gibi düşündüm. Geniş bir alana dağılmış bir durumdaydılar. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı, panik halinde korkunç bir manzara vardı.
“Ağır yaralı bir kıza çaresizlik içinde ‘uyumaman lazım’ dedik”
Kısa bir süre önce Dikimevi’nde otobüs kazası oldu. Bir an aklıma o geldi. O parçalanmış cesetler ve yaralılar geldi ve “Yine mi” dedim. Manzara kötüydü, fotoğraf çekerken sonradan farkına vardım. Kendi kendime söylenip, “Nasıl yaparlar, nasıl olur” demeye başladım. Panik geçtikten sonra doktorlar vardı, onlar durumu biraz daha kontrol almaya çalıştılar. Öldüğünü sandığın insanlara bile panik içinde kalp masajı yapmaya çalışanlar vardı. İlk yardım bildiklerinden değil de bir şeyler yapma gayretinden ve fikrindeydiler. Yaralı bir kız vardı ve durumu ağırdı. Çaresizlik içinde “Uyumaman lazım” dedik. Ortada bir katliam vardı ve kaos hakimdi.
İşte o fotoğrafın hikâyesi
Ben fotoğrafın ulusal çapta kullanıldığı ilk gün görmedim. O gece uyuyamadım zaten. Ertesi gün cenazede farkına vardım. Hiç durmadan fotoğraf çektim. Sanıyorum bir günün öncesinin acısını çıkarıyordum. Cenaze bitip Kızılay’a dönerken gazeteci arkadaşlarla taksiye bindiğimiz yerde bir gazete büfesi vardı. Binerken gördüm ben gazeteleri. Ondan önce cenazede arkadaşlar bahsetti. Kişisel olarak ben bundan rahatsızım. Belki görev olarak üstüme düşeni yaptığımı düşünüyorum ama birey olarak bundan mutlu değilim. Böyle olmasaydı da çekmeseydik konumuna geliyorsun. Görmek bile beni rahatsız ediyor. Genelde bir arşiv tutarsın. O günle alakalı bir arşiv çalışmam olmadı.
Fotoğraftaki kişiler evli bir çift. Eşi olduğunu tahmin ediyorum fotoğraftakinin aslında. Eşi ve kendisi yaşıyor. Fakat kızı ve kardeşini patlamada kaybetmiş. Adamın kız kardeşinin de öldüğünü ben akşam öğrendim. O beni daha da kötü yaptı.
Fotoğraf kullanıldıktan sonra fotoğrafa konu alan kişileri bulmak için beni birçok gazeteci aradı.
Yapmam gerektiğini düşündüğüm, fotoğrafları belgelemek için çektim. İlk başta nasıl fotoğraf çektiğimi hatırlamak istemiyordum. Daha sonra farkına vardım, işte kendi kendime söylendiğimi hatırlamaya başladım. Ben hala katliam günü çektiğim fotoğrafların bir kez olsun açıp bakmış değilim. Sadece katliam günü seçip yolladım. Konuyla ilgili çıkan haberlerden de rahatsız oluyorum.
“Gazeteciler de mağdur”
Yerde yatan bir kıza sağlık görevlisi bir iki kalp masajı yaptı “Ölmüş abi bu” dedi. Çevresinde de yakınları var. Ben o an “Ya bir kere daha denesen” dedim. O da yerden kalktı ve “Abi görmüyor musun kafasının arkası komple dağılmış, beyin diye bir şey kalmamış” dedi. Belli bir süre sonra çevredeki pankart ve flamalarla üstlerini kapamaya başladılar. Orada soğukkanlı davranan birileri vardı kapama işini akıl ettiler. Şüphesiz böyle bir durumda fotoğraf ikinci planda kalıyor.
Aslında biz de orada mağdurduk. Birçok kişi farkında değil. Alanda bulunan gazeteciler de mağdur. Çok da unutulacak bir şey değil bu. Oradaki tüm insanlar kadar orada bulunan gazetecilerin de bu işten geride taşıyacakları izler var. Sen aslında bu işin mağdurlarından birisin. Giderek artan sosyal olaylardan gazetecilerin kendilerini geliştirmek ve tecrübe kazanmaları açısından olumlu olabilir fakat olaylar kanıksanmaya başlıyor. Gazeteciler bu tür deneyimleri olmazsa olmaz boyutunda algılamaya başladıysa sorun var demektir
Haberi Duyur
Kısa Adres: http://gorunum.tk/9317
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Katliamın gazeteci tanıkları anlattı
Bir cevap yazın