1 Kasım 2024, Cuma - 00:34

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

Tanıl Bora: “Milliyetçilik geçmeyen ergenliktir”

Tarih: 15 Mart 2012

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 2.213

SBF’de milliyetçilik üzerine doktora dersi veren Tanıl Bora, Van depremi sonrasında sosyal medyada ve ana akım medyada ortaya çıkan ırkçı söylemler hakkında açıklamalarda bulundu.

Tanıl Bora: “Milliyetçilik geçmeyen ergenliktir”

Bora, empatiden yoksun kişilerin milliyetçi bir tutum sergilediğini ve milliyetçiliğin “geçmeyen ergenlik” olduğunu belirtti. Türkiye’de ırkçılık olmadığına dair yaygın bir kanı hâkim. Milliyetçilik vardır ama kötü bir “şey” değildir ve ırkçılıkla da bir ilgisi yoktur. Aslında ırkçı olduğunu söyleyebileceğimiz tutum ve davranışların, Türkiye’deki adı çoğu zaman “milli refleks”tir, “Atatürk milliyetçiliği”dir, “yurtseverlik”tir, “ulusalcılık”tır ve bunların tümü ırkçılığın sahip olduğu olumsuz anlamdan ve çağrışımdan azade gibi görülür. Bu durum genellikle sorgulanmaz. Her gün binlerce insan tarafından bir ulusal TV kanalının sunucusu Van’da yaşanan depremin ardından “Askere polise taş atarken iyiydi. Şimdi deprem olunca devlet gelsin. Oh ne ala! Herkes haddini bilecek!” der ve savcı, kendisi hakkında takipsizlik kararı verir.  Ayrıca Van’da gerçekleşen depremde evlerini, hemen hemen her şeylerini kaybeden insanlara sadece Kürt oldukları, yani Türk olmadıkları için “yardım” adı altında taş ya da Türk bayrağı göndermek “milli refleks” sayılır. Peki, acaba durum gerçekten böyle midir? Irkçılık ve milliyetçilik üzerine çok sayıda çalışması bulunan ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde milliyetçilik üzerine bir doktora programı yürüten Tanıl Bora, özellikle Van depreminden sonra sosyal medyada ve ana akım medyada görünür bir şekilde ortaya çıkan bu histerik halin, orta sınıf egoizmine bulaşmış bir ırkçılık olduğunu söylüyor.

Milliyetçiliği, “geçmeyen ergenlik” olarak nitelendiren Bora, “Bu, genel olarak hâlden anlamazlık, şiddetli empati yoksunluğu geçmeyen bir ergenlik belirtisidir. Milliyetçilik, her toplumun atlatması gereken bir ergenlik sivilcesi gibi görülür. Bence milliyetçilik, geçmeyen ergenliktir” diye konuştu. Erkekliğin, maçoluğun en sevimsiz, en kıyıcı tezahürleri olan ebedi oğlan ergenliğinin, milliyetçiliğin karakteri olduğuna değinen Bora, “Ayrıca bu söylem, şiddetli empati yoksunluğu ve ‘öteki’ olarak gördüğünü çok kolayca dünyadan ve insanlıktan ihraç etme, asla ama asla kendini onun yerine koymaya çalışmama biçimindeki orta sınıf egoizmi ve orta sınıf zihniyeti ile de çok bağlantılı” açıklamasını yaptı.

“Türk milliyetçiliğinin temelinde gecikmişlik algısı vardır”

Bora, bu geçmeyen ergenlik hâlinin temelinde,  gecikmişlik algısının,  millet olma inşasında geç kalmış olma duygusunun yattığını söylüyor. Bora, “Geç uyanmış olduğunu düşünerek, hatta imparatorluk özgüveniyle fazla hoşgörülü, fazla esnek davranarak, milli refleks geliştirmekte gecikerek, kendi kendine ihanet ettiğini ve enayi yerine konmaya, horlanmaya göz yummuş olduğunu düşünerek, bu gecikmeyi telafi etmeye yönelik şiddetli bir hırs ve hınç beslemek… Türk milliyetçiliğinde, gecikmiş millet inşasını olabildiğince hızlı telafi etme duygusu çok güçlü bir duygu. Bu gecikme telaşı, alarmizm dediğim şey yani alarm duygusu, ciddi bir yok olma endişesi, beka kaygısı dediğimiz psikotik hâl” dedi. Stratejik konumun hassaslığı nedeniyle Türkiye’nin sürekli tehdit altında olduğu ve Türkiye’de hep uyanık olmak gerektiği duygusunun hâkim olduğunu söyleyen Bora, Soğuk Savaş sonrasında da Kürt meselesinin ve bölünme tehdidinin, milliyetçiliği yeniden ürettiğine dikkat çekti.

“Özcü milliyetçilik, Türk milliyetçiliğinde her zaman barizdir”

Çok sayıda kadın ve çocuk dâhil 600 insanın öldüğü, binlercesinin yaralandığı ve on binlercesinin kış koşullarında sokakta kaldığı bir doğal afet sırasında işittiğimiz ve hiçbir vicdana sığdırılamayacak cümleler, Bora’nın yukarıda tarif ettiği türden bir psikotik hâli düşündürüyor insana. “Türk polisine, askerine kurşun sıkanın kafasına Allah beton yağdırır”, “Yerle bir olsa beş kuruş vermem. Sokak köpeklerine mama alırım. Hiç olmazsa onlar ihanet etmez”, “Etnik olarak güçlenmek için o kadar doğurtursan olacağı budur”, “Askere polise taş atarken iyiydi. Şimdi deprem olunca devlet gelsin. Oh ne ala! Herkes haddini bilecek!” gibi cümleler herkesin bol keseden attığı sosyal medya mecrasında dillendirilmedi sadece. Örneğin son iki cümleden ilki kamuoyunca tanınan futbol yorumcusu Erman Toroğlu’na, ikincisi Türkiye’nin en büyük TV kanallarından ATV’de program sunucusu olan Müge Anlı’ya ait. Başbakan Erdoğan’ın sarf ettiği, “Ancak askere, polise taş, molotof atarken organize oluyorlar, depremde olmuyorlar” cümlesi medyanın ve toplumun bu histerik hâlini kolaylaştırmıyor mu?

Kanun Türkü ve öz Türk ayrımı

Devletin, ırkçılığın ve milliyetçiliğin yaygınlaşmasındaki rolünü analiz eden Bora, “Bütün milliyetçilikler iki yanlıdır ve iki kutup arasında salınırlar. Bir uçta vatandaşlığı esas alan, ortak vatanı, ortak yaşam ve deneyim bağını milli kimliğin ve milliyetin esası sayan bir kutup var. Bir de, o milliyeti mutlaka bir özle, dinsel, kültürel bir kimlikle yücelterek biricikleştiren kutup var. Bütün milliyetçilikler bu iki kutup arasında salınır. Türk milliyetçiliğinde ikinci kutup baskındır her zaman” şeklinde konuştu.  Bu özcülüğün illa soy sop, kan, ırk milliyetçiliği olması gerekmediğini, kültürel ırkçılık da olabileceğini sözlerine ekleyen Bora, “Türk kimliği kültürel temelde de tanımlanmış olabilir ama özcü milliyetçilik Türk milliyetçiliğinde her zaman barizdir” dedi. Cumhuriyetin kurucu elitlerinden Mahmut Esat Bozkurt’un ölümsüz bir ayrımı olduğuna değinen Bora, “Kanun Türkü ve öz Türk ayrımı. Kanun Türkü, kanun nezdinde, anayasal temelde Türklüğünü kabul ettiğimiz fakat gerçek anlamda Türk olmadığını bildiğimiz kişilerdir buna göre. Öz Türkler ise, etno-dinsel ya da etno-kültürel temelde Türk olarak tanımlanırlar, sahici Türklerdir. Bu ayırım yazılı olmayan bir anayasal ölçüt olarak her daim geçerlidir” diye konuştu. Ancak Bora, bunu değiştirmek ve sökmek için salt anayasa değiştirmenin, salt devlet nutku söylemenin yeterli olamayacağını, bunun gerçek bir zihniyet dönüşümünü gerektirdiğini de sözlerine ekledi. Çünkü Tanıl Bora’ya göre bu, çok derine işlemiş bir şey.  Bora, “Öz Türk tanımında, yani vatandaşlık bağını yeterli saymayan bir milliyet ve milli kimlik tanımında Kemalist resmi milliyetçiliğin yanı sıra hemen bütün diğer milliyetçilikler de mutabıklar aslında. İslamcılığın milliyetçilik tanımı da dini temelde bir öz Türk ayırımına dayalıdır, böylelikle ayırımcı ve dolayısıyla ırkçılığa yatkın bir milliyetçiliktir. MHP’ninki zaten malum” açıklamasında bulunarak bu ayrımın, sadece resmi milliyetçiliğin bir özelliği değil Türkiye’deki bütün milliyetçilik çeşitlerinin ortak paydası olduğunu düşündüğünü belirtiyor.

“Milli sembollerin enflasyonist kullanımı faşizandır”

Resmi milliyetçiliğin bir başka özelliğinin, milliyet tanımının ırkçılığa yatkın bir tanım olmasının ötesinde, milliyetçiliği zerk etmeyi, milli sembolleri olabildiğince sık tüketmeyi, milli ritüelleri toplumsal rızayı sağlamanın asli unsuru olarak görmesi olduğunu söyleyen Bora şunları kaydetti: “Türkiye’de bayrağın, marşın, milli ritüellerin enflasyonist kullanımı bununla alakalıdır. Milliyetçilik devletin ve siyasal sistemin rıza üretim sisteminde çok güçlü, çok geniş bir yer kaplıyor. Sürekli referans veriliyor. Kendi hâlinde bir ortak payda olmanın ötesinde, sürekli yeniden üretilen, sürekli kafaya kakılan, sürekli törenselleştirilen, sürekli sadakat beyanı talep eden bir niteliği var. Bu kullanım, bu enflasyonist durum, içeriğinden bağımsız olarak faşizandır. Milliyetçiliğin böylesine gösteriselleştirilmesi, böylesine her an hazır ve nazır kılınması başlı başına faşizan bir etkendir. Çünkü bu siyaseti boğan bir etmendir” dedi.

“Atatürk milliyetçiliği ırkçılıktan korunmamızı sağlamaz”

Devletin ırkçılığı ve milliyetçiliğinden söz etmişken, onunla çok fazla iç içe geçmiş olan Atatürk milliyetçiliği hakkında Tanıl Bora, “Türkiye’de birisi ‘ben Atatürk milliyetçisiyim’ dediği zaman aslında ‘ben aşırı milliyetçi değilim, ırkçı değilim’ demiş oluyor. Öyle demek istediğini ve buna inandığını vurguluyor. Atatürk milliyetçiliği aslında yapay ve görece yeni bir tanım” diye konuştu. Bu tanımın, esasen 12 Eylül sonrasında yaygınlaştığını vurgulayan Bora, 27 Mayıs’tan ve 12 Mart’tan sonra kullanılır olmaya başladığını belirtti. Onun öncesinde Atatürk milliyetçiliği diye bir lafın olmadığını dile getiren Bora, 12 Eylül’den sonra Turan Feyzioğlu’nun yazdığı “Atatürk Milliyetçiliği” adlı kitabın yanı sıra Milli Güvenlik Konseyi’nin de yığınla Atatürk milliyetçiliği telkin eden doküman ürettiğinin altını çizdi. Atatürk milliyetçiliğinin, askeri darbelerle 27 Mayıs’ta başladığını söyleyen Bora, “12 Mart’ta kadar güçlenip 12 Eylül’de iyice altı çizilerek, resmi ideolojiyi pekiştirme gayretinin bir unsuruydu. Bütün ‘izm’lerin ötesinde, herkesin biat edeceği bir resmi ideolojiyi tahkim etme emeline dönüktü. Hem milliyetçiliği bir zorunluluk olarak vurguluyordu, hem de özellikle MHP’nin açıkça ırkçı milliyetçiliğinden rahatsız olanlara bir alternatif sunuyor, ‘aşırı’ ve ‘fanatik’ sayılmadan milliyetçi olma imkânını sağlıyordu” dedi. İnsanın ırkçılık ile ilgili samimi bir kaygısı varsa Atatürk milliyetçiliğinin, onun bundan korunmasını sağlamadığını belirten Bora şunları ekledi: “Çünkü Atatürk milliyetçiliği lafzı altında, yine o Türk kimliğini yücelten ve ayrıştıran bir ırkçılık yapılıyor. Son dönemde ulusalcılık adı altında gönül rahatlığıyla bunu ırkçı ifadelere vardıran çok örnek görüyoruz.”

“Milliyetçilik doğallıkla meşrulaştırılamaz”

Van depremi sonrasında, toplumda, devlette, ana akım medyada, sosyal medyada gördüğümüz ve Tanıl Bora’nın “ergenlik” olarak tanımladığı bu histerik söylemin yanı sıra, karşı karşıya kaldığımız bir diğer unsur, tüm bu söylemleri onaylamıyormuş gibi görünüp ama “anlamak” gerektiğini söyleyerek meşrulaştıranlardı. Bunlardan birincisi, “milliyetçilik ve ırkçılık da bir fikirdir, düşünce özgürlüğü bağlamında onlar da konuşabilir”, ikincisi ise, “ama canım Kürtler de fazla ileri gitmişti zaten” görüşüydü. Bora, milliyetçiliğin ayakta kalmasını ve insanları kolay tavlamasını sağlayan yanının ve aynı zamanda en tehlikeli yanının, doğallaştırıcı söylem olduğunu söyledi.

“Milliyetçilik, tepkileri, duyguları, bunların dışavurumunu, insanın tercihinden bağımsız, kabaran bir afet gibi ve bedenin bir refleksi kadar doğal sayar ve bu son derece tehlikelidir” diyen Bora, “Duygular sandığımız gibi kendiliğinden oluşmuyor. Duygular oluşturulan, beslenen, büyütülen, eğitilen güçlerimizdir. Onun doğal tepki dediği şey aslında insanların içine ekilmiş tohumlarla, kurulmuş duygusal mekanizmalarla alakalı. Pek o kadar doğal değil yani!” şeklinde konuştu. Milliyetçiliğin doğallıkla meşrulaştırılamayacağını söyleyen Bora, “Hem o kadar da doğal olmadığı için hem de ‘doğal’ olan sorgulanamaz olmadığı için meşrulaştırılamaz. İnsanın temel vasıflarından biri kendi doğasını da sorgulayabilmesi ve değiştirebilmesi değil mi?” diye sordu.

“Irkçılık düşünce özgürlüğü değildir”

Bora, “Vanlılar da bunu hak etti, Allah belalarını verdi” demenin düşünce özgürlüğü olup olmadığı konusunda ise, “Bu bir düşünce değildir. Düşünmenin yerine kör öfkeyi, nefreti geçiren bir şey. İnsanlar olarak ortaklığımızı yok sayan, konuşmanın, iletişimin imkânını ortadan kaldıran, insan ilişkisinin imkânını iptal eden bir şey” dedi.

“Milliyetçiliğin cevabı kimlik”

Milliyetçiliğin çok kolay ve hazır bir cevap ürettiğine değinen Bora, bunun “kimlik” olduğunu ifade etti. “İster etnik ister kültürel temelde tanımlanmış olsun, milli kimliği bir olgu olmanın ötesinde başlı başına bir değer ve bir cevap, bir programmış gibi sunuyor” diyen Bora, “Milliyetçilik kimliği, bir siyasal program gibi sunma becerisine, gücüne, imkânına sahip bir ideolojidir. Cazibesinin belki de en güçlü kaynağı bu zaten. Bir kimliği bir program hâline getirmek,  sözgelimi Türk olmayı başlı başına bir değer ve başlı başına bir siyasi program yerine getirmek, gayet konforlu bir durum. Türk olana kendini iyi ve güçlü hissetmeyi vaat ediyor. Sırf Türk olmakla siz değerlisiniz, meseleler karşısında Türk olmakla zaten bir cevaba sahipsiniz” açıklamasını yaptı. Bunun, insanın kendisini iyi hissetmesini sağlayan kolay bir çözüm olduğunu vurgulayan Bora şöyle devam etti: “Edinilmiş, edineceğiniz, inşa edilmesi gereken bir değere hacet olmaksızın buna sahipsiniz. Bu kof, altı boş ama cazip bir şeydir. Bu milliyetçiliğin hem kritik eşiklerde çuvallamasını, bir politik seçenek ortaya koyamamasını ama bir yandan da dokuz canlı olmasını sağlayan bir temel.”

“Faşist hareketlerin özelliği, faşizan taban dinamiğidir”

Hiç kuşkusuz Türkiye’de Türk olmayı başlı başına bir değer hâline getirme işini en iyi yapan parti MHP’dir. MHP hakkında en çok yapılan tartışma ise, Maraş, Çorum ve daha nice katliamlardan hafızalarda kalan hatıralardan yola çıkarak değişip değişmediğidir. Bu tartışmanın son örneğini ise Van depremi sonrasında gördük. Özellikle sosyal medyada görülen bu ırkçı söylemlere Devlet Bahçeli çok sert yanıt verdi, bu tür mesajların “ihanet” olduğunu söyledi. Birçok insan, artık MHP’nin değiştiğini düşünüyor. Ancak bu konuda dikkatli olmamız gerektiği yönünde uyaran Bora, “Faşist ya da faşizan olarak değerlendirebileceğimiz hareketlerin bir özelliği, faşizan bir taban dinamiğidir. Van sonrası o mesajlarda da kendini gönül rahatlığı ile ifade eden, birilerinin kesilmesi gerektiğini düşünen, çok kuvvetli bir devlet isteyen, idam isteyen, kellelerin yuvarlanmasını isteyen ve homojen, kendi gibilerden müteşekkil, sürekli ajite bir toplum hayali güden, faşist bir imgelemin taban dinamiği var” dedi. Bora, bir yandan da taban dinamiğine dayanan, onu bir koz olarak kullanan, o potansiyeli güdüp yönetme, o potansiyeli seferber etme gücünü siyasal kâra dönüştüren bir liderliğin, bir parti dinamiğinin var olduğunu vurguladı. O partinin, o liderliğin zaman zaman, merkez sağda konumlandırılabilecek orta karar bir yerde durabileceğini söyleyen Bora şunları ekledi: “Çünkü o saldırgan, radikal potansiyeli gemleme yeteneği, onu zaman zaman öne sürme, zaman zaman geri çekme yeteneği, o taban dinamiğine hâkimiyet, bu partilerin sistem nezdindeki güvenilirliğinin bir unsurudur. Yani bir iç savaş çıkarabilecek, icabında Kürtlerin üzerine yürüyebilecek o potansiyeli dizginleme ve durdurma yeteneğini gösterirlerse ciddiye alınırlar. Yoksa geminden boşalmış bir güruh politikası, o partiyi sistem nezdinde de tehlikeli kılar. Bu bir hilebazlık değildir, faşist siyasetin kendi doğal ritmi ve işbölümüdür.”

“Milliyetçiliğin, ırkçılığın, faşizmin beslendiği zemini ortadan kaldırmalıyız”

Görünen o ki milliyetçilik ve ırkçılık konusundaki tartışmalar, ta ki ergenlik hâlinden çıkıp olgunluk aşamasına geçinceye yani büyüyünceye kadar gündemimizi işgal etmeye devam edecek.  Bildiği hazır bir reçete olmadığını söylese de, bu ergenlik sivilcesinden kurtulma yolunda atılacak adımlar olduğunu sözlerine ekleyen Bora konuşmasını şöyle bitirdi: “Kınamak ve karşı çıkmanın olmazsa olmaz olduğunu teslim etmekle beraber, bu tür karşı propagandanın yeterli olacağını da düşünmüyorum. Bence işin esası, uzun erimli ama sağlam çare, konuyu değiştirebilmektir. Milliyetçiliğin, ırkçılığın, faşizmin beslendiği zeminden farklı zeminlerde, farklı gündemlerle, farklı bir dille bir sosyalleşmeyi, bir politizasyonu sağlayabilmektir.”

Tanıl Bora: “Milliyetçilik geçmeyen ergenliktir”

1992 yılında Ermenistan’ın Hocalı Kasabası’nda yapılan katliamı protesto
etmek amacıyla İstanbul Taksim’de gösteri düzenleyen bir grup ellerinde
“Hepiniz Ermenisiniz, Hepiniz Piçsiniz.” dövizleri taşımıştı.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/888
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Tanıl Bora: “Milliyetçilik geçmeyen ergenliktir”

Okuyucu Yorumu

  1. Pingback: Milliyetçilik – Ulusalcılık – Irkçılık | Serdargunes' Blog

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat