16 Temmuz 2023, Pazar - 02:11

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

Türkiye yeni anayasa yolunda

Tarih: 15 Aralık 2011

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 551

12 Haziran’da yapılan milletvekili seçimleriyle birlikte Türkiye’nin gündemine oturan yeni anayasa tartışmaları, seçimlerin ardından hala devam ediyor.

Geçen yıldan beri Türkiye’nin gündeminde olan yeni anayasa tartışması hala devam ediyor. 12 Haziran 2011’de yapılan seçimlerin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giren dört parti AKP, CHP, MHP ve BDP’de 82 Anayasası’nın değişmesini talep ediyor. Ancak anayasanın nasıl değiştirileceği ve partilerin yeni anayasa üzerinde uzlaşıp uzlaşamayacağı sorularına hâlâ net cevap verilemiyor. Yeni anayasanın oluşturulması için adım atan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), dört partinin de içinde yer aldığı bir anayasa ve anayasa uzlaşma komisyonu oluşturdu. Oluşturulan komisyon yeni anayasa için oluşturduğu takvimi 2012 yılının sonuna doğru bitirmeyi amaçlıyor.

Yeni anayasanın nasıl yapılması gerektiğini, içeriğini ve usullerini anayasa hukukçusu Prof. Dr. Levent Köker, Görünüm’e anlattı.

“Anayasa yapılacaksa usulü belirlenmelidir”

Anayasa konusunda önemli olan iki boyutun olduğunu söyleyen Levent Köker, bunlardan birincisinin anayasanın içeriği ile ilgili olan boyut, bir diğerinin ise anayasanın usulüyle ilgili olan boyutu olduğunu belirtti. Köker, “Anayasa yapılacaksa bunun usulünün nasıl olması gerektiği cevaplanmalıdır. Ancak şu anda usulle ilgili tartışmalara girmek çok doğru değildir. Çünkü tartışmaların başında, pek çok meslektaşımın da dile getirdiği, TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yetkisinin olup olmadığı gelmektedir” dedi. TBMM’nin anayasa değiştirme yetkisi olduğunu ancak bazı meslektaşlarının, TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yetkisi olmadığını söylediklerini aktaran Köker sözlerine şöyle devam etti: “Ben bu görüşü tartışmalı buluyorum. Ancak işin pratik değeri şurada düğümlenmekte: Bizim anayasamızın değiştirilemez hükümleri var ve anayasanın 175’inci maddesine göre anayasanın hangi usulle değiştirilebileceği bellidir. Buna göre anayasa metnini okuduğumuzda bu maddelerin değiştirilemeyeceğini görüyoruz. Fakat bu değiştirilemez maddeler dışında diğer maddelerin tamamı değiştirilirse ortaya yepyeni bir anayasanın çıkacağı söylenebilir.” Köker, 1982 Anayasası’nın bugüne kadar 17 defa değiştirildiğini ve toplama bakıldığında ise yaklaşık 100 maddesinin değişikliğe uğradığını söyledi.

“82 Anayasası, kendi içinde tutarsız”

Levent Köker, yeni bir anayasaya ihtiyaç duymamızın temel nedenini 1982 Anayasası’nda, zaman içinde yapılan değişiklerle bu anayasanın kendi içinde tutarsız hale gelmesi olduğunu belirtti. Bunun pratik zararlarının çok fazla görüldüğünü söyleyen Köker, “Somut bir örnek vermek gerekirse, anayasa üzerindeki en kapsamlı değişiklikler 2001 yılında yapıldı ve altını çizmek gerekirse henüz AKP iktidarda değildi. DSP, MHP ve ANAP koalisyonu zamanında temel hak ve özgürlükler kapsamında değişiklikler yapıldı. Temel hak ve özgürlükler, daha demokratik standartlara kavuşturuldu fakat bu özgürlük anlayışıyla uyuşmayan bir devlet anlayışı vardı. Bu başlı başına bir tutarsızlıktı” diye konuştu. Ayrıca, bizim anayasamızın başlangıç bölümünün, hiçbir çağdaş demokratik devlet anayasasında rastlayamayacağımız türden ve anayasa fikriyle dahi bağdaşmayan bir metne sahip olduğunu söyleyen Köker, anayasaların bir devletin sadece teşkilatlanmasını konu alan bir metin olmadığını, bunun yanında kişinin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan birtakım kurumlar ve düzenlemeler getirdiğini sözlerine ekledi.

Köker, “Anayasamızın başlangıç metnine baktığımızda birinci cümlesinde, ‘Türk milletinin ve yüce Türk devletinin ebedi varlığını ve bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasa’ diyor. Hiçbir anayasa bu şekilde milliyetçi retorikle başlamaz. Milliyetçilik, apaçık siyasi bir ideolojidir ve başına ya da sonuna ne konursa konsun değişmiyor. Maalesef özgürlükler düzeniyle bu uyuşmuyor” dedi.

“Mahkemelerden çıkan kararlar AİHM kararları ile uyuşmuyor”

Anayasanın içinde başka uyuşmazlıklarında olduğunu söyleyen Köker, 2004 yılında yapılan değişikliklerle birlikte anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasına bir cümle eklendiğini belirtti. Bu cümlede, ‘Usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası sözleşmelerle kanunlar aynı konuda farklı hükümler içeriyorsa ve bu sebepten ötürü bir uyuşmazlık çıkıyorsa, o zaman uluslararası sözleşmeler esas alınır’ dendiğine dikkat çeken Köker, “Ancak bizim yargıçlarımız ve yüksek yargı üyeleri bunu bu şekilde yorumlamıyorlar. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Yargıtay kararlarında bu madde yokmuş gibi davranılıyor” şeklinde konuştu.

Uluslararası sözleşmelerle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası arasında uyuşmazlık bulunduğunu dile getiren Levent Köker, “Yüksek yargı organları kararlarını daha özgürlükçü bir şekilde yorumlamıyor. Çıkan kararlar bazen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulunuyor ve AİHM tarafından Türkiye mahkum ediliyor” diye konuştu. AİHM’ye geçmiş yıllardan bugüne kadar açılmış 20 bin davadan yaklaşık 18 binin de Türkiye’nin mahkum edilmiş olduğunu aktaran Köker, “Sonuç olarak Türkiye’de yüksek mahkemelerin vermiş olduğu kararların yüzde 90’ı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle uyuşmamaktadır. Bu uyuşmazlık biraz da yargıçların hukuk kültürüyle alakalıdır” açıklamasında bulundu. Yapılan bazı araştırmaların da, Türkiye’deki yargıçların hukuk yaklaşımının devletçi olduğunu ortaya koyduğunu belirten Köker şöyle devam etti: “Bunun değişmesi zaman alacaktır ve bu yeni bir anayasayla değişmez. Fakat özgürlükler ile otoriterlik ve bireysel haklarla devletçilik arasındaki çelişkili durumu, özgürlükler lehine değiştirecek yeni bir anayasa yaparsak o zaman bu işlerde daha kolay yol alınır.”

“Cumhurbaşkanlığı makamı sembolik olmalıdır”

Bireysel hak ve özgürlüklerin uyuşmaması ve otoriter eğilimin dışında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın oldukça merkeziyetçi bir devlet yapısı öngördüğünü söyleyen Köker, “Devlet idaresinin teşkilatlanması ve merkezi yönetimler ile yerel yönetimler arasında düzenlenmiş olan ilişkiler toplumun şu an içinde bulunduğu sorunları çözebilecek durumda değildir” dedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamenter sistemle yönetildiğini ancak bu sistemde Cumhurbaşkanı’nın konumunun sembolik olması gerektiğini söyleyen Köker, “Orgeneral Kenan Evren’e göre biçilmiş bir makam bulunmaktadır. Parlamenter sistemde olmaması gereken yetkilerle donatılmış olan Cumhurbaşkanlığı makamı yasamaya, yürütmeye ve yargıya ilişkin atama ve diğer kararları verebiliyor. Önümüzdeki Cumhurbaşkanı seçiminin halk tarafından yapılması ve bu makamın anayasanın verdiği önemli yetkilerle donatılmış olması, Türkiye’yi yarı başkanlık ya da başkanlık sistemine doğru götürebilir” diye konuştu.

“Yerel yönetimlere daha çok yetki verilmeli”

Köker, Kürt meselesinden bağımsız olarak Türkiye’nin uzun zamandan beri ihtiyaç duyduğu bölgesel ya da yerel yönetimlere kısmen yasama yetkisinin devrini içeren yeni bir anayasa yapılması gerektiğini belirtti. Köker, “Ülkemizde bu konu ile ilgili yanlış birtakım kanaatler bulunmaktadır ve bu kanaatler uzlaşma komisyonundaki siyasi partilerde de vardır. Ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, sadece üniter devlette bulunmaktadır inancı yaygındır ve bu üniter devlet anlayışı da merkeziyetçi bir biçimde yorumlanmaktadır. Bu ilkeden ödün verilirse bu üniter yapı bozulur ve ülke bölünebilir şeklinde, yerleşik birtakım kalıplarımız bulunmaktadır” dedi. Federal bir devletin ülkesinin bütün olduğunun kimsenin aklına gelmediğini dile getiren Köker, “Federal devlet, üniter devletin tersi bir yapıdır ancak ülkesi bütündür. Almanya bir federal devlettir fakat ülkesi bölünmez bir bütündür. Yerel yönetimlerine anayasada yasama yetkisi veren İtalya da üniter bir devlettir” açıklamasını yaptı. Türkiye’de bölgesel ya da yerel yönetimlerde yasama yetkisinin genişletilmesi gerektiğini vurgulayan Köker, bunun hem bölgelerin sorunlarını çözmede yardımcı olacağını hem de Kürt sorununa katkıda bulunacağını sözlerine ekledi.

Diyorlar ki..

Yeni anayasa için harekete geçen TBMM, kendi bünyesinde anayasa komisyonu ve anayasa uzlaşma komisyonu kurdu. Bu komisyonlarda meclis çatısı altında olan dört siyasi partinin temsilcileri bulunuyor. Komisyonlar içerisinde yer alan AKP milletvekili Prof. Dr. Mustafa Şentop, CHP milletvekili Prof. Dr. Bedii Süheyl Batum, MHP milletvekili Faruk Bal ve BDP milletvekili Altan Tan yeni anayasanın içeriğinin ve usullerinin nasıl olması gerektiğini ‘Görünüm’e anlattı.

Aslında anayasaları toplum yapmalıdır

Prof. Dr. Mustafa Şentop

Anayasa Komisyonu Başkan Vekili (Adalet ve Kalkınma Partisi)

Anayasaların temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelerine bakarak karar vermek aldatıcı bir şey. Genelde aydınlar, hukukçular anayasaların temel hak ve özgürlüklerle ilgili kısımlarına bakar. O kısım ne kadar güzel olursa, o anayasanın o kadar özgürlükçü olduğunu zannederler. Hâlbuki durum böyle değildir. Anayasanın asıl önemli kısmı, devletin yapısı ve işleyişiyle ilgili kısmıdır. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ne yazarsanız yazın anayasaya, onu işletecek, yazılanlara gerçeklik kazandıracak olan devletin kurumsal yapısı ve işleyişidir. Aslında toplumun anayasada bulunması gerekmiyor, anayasada devlet bulunmalı ve net sınırlarla düzenlenmeli. Bizde anayasayı devlet yapıyor. Devlet anayasayı toplumu düzenlemek, sınırlamak, çerçevelemek ve tanımlamak için yapıyor. Aslında anayasaları toplum yapmalıdır. Toplum kendisini tanımlamak için değil, devleti tanımlamak ve sınırlamak için anayasa yapmalıdır. Anayasada bir ideoloji olmamalıdır. Bahsettiğimiz vesayetçi ideoloji anayasadan çıkarıldığı gibi, yerine de yenisi konulmamalıdır. Mevcut anayasanın eşitlikle ilgili maddesi, devletin bütün siyasi görüşler ve ideolojiler karşısında eşit olduğunu söylüyor. Peki devlet kendisi bir ideolojiyi benimserse ne olacak? Kendi ideolojisini benimsetmek için çalışmalar yapacak. Eğitimde, kültürde… Aslında bu anayasanın kendi içinde bir çelişkidir. İkinci olarak, anayasanın insan hak ve özgürlüklerine bakışı değiştirilmelidir. Anayasa ve devlet, kendisini insan haklarının kaynağı olarak görmemeli. İnsan hakları ve özgürlükler, meşruiyetini anayasa öncesi bir zeminden alırlar, anayasadan değil. Üçüncüsü anayasa, devleti milletten korumayı esas alan bir metin değil, aksine devleti sınırlayan bir metin olmalıdır. Anayasalar devleti sınırladıkları ölçüde özgürlük alanını genişletmiş olur. Son olarak da, anayasada devletin yapısı ve işleyişiyle ilgili esaslar çok doğru ve kesin biçimde düzenlenmeli. Bu ülkeyi demokrasinin işlediği bir ülke olarak, milletin temsilcilerinin yönetmesini sağlayacak, atanmışların, bürokratların seçilmişlere tabi olacağı bir anayasal sistemi kurmak lazım.

“Yeni anayasa bireyi ön planda tutmalı”

Prof. Dr. Bedii Süheyl Batum

Anayasa Komisyonu Üyesi (Cumhuriyet Halk Partisi)

Türkiye, yaklaşık 15 yıldır bu sürecin içinde ancak bu demokratik anayasa yapma süreci değildir. Türkiye’de küresel sermayenin istediği, hükümetin denetimsiz olduğu, özgürlüklerin sözde var olduğu bir anayasa yapmak yolunda adımlar atılıyor.

1982 Anayasası yapımında da askerden başka hiçbir güç yoktu. Ancak 1983’ten sonra yüzde 90 oy almasına rağmen, hiç kimse bu anayasanın arkasında durmadı.
Anayasa değiştirirken üzerinde durmamız gereken konu yeni yapılacak anayasanın hiçbir egemen gücün kontrolü altında yapılmamasıdır. O yüzden Türkiye Cumhuriyeti, yeni anayasasını yaparken birincil tercih olarak toplumun tüm katmanlarının, anayasanın yapım sürecine katılmasını sağlamalıdır. İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da toplumsal talepler, kırılmalar, çatışmalar, ekonomik ve kültürel değişimler bizdeki kadar fazla değildir. Kürtlerin, sendikaların, Alevilerin, öğrencilerin ve toplumdaki tüm katmanların… Çatışan bütün öğelere yer vermelidir ki toplumun tamamı tarafından benimsenebilsin. Ancak AKP’nin bir yıl önce yaptığı anayasada neredeyse tüm aydınlarımız, “Yetmez ama evet”çi oldu. Artık anayasa yapım süreci, tek bir partinin ya da siyasi gücün, “Biz sizin yerinize anayasa yaparız, çoğunluk bizi seçti” demesiyle olmamalıdır. AKP’nin 2007’de hazırladığı anayasa taslağı hem içerik yönünden hem de yapılışı bakımından günümüz anayasa yapım sürecine uygun değildir.

Yeni anayasayı içeriği yönünden ele alırsak özgürlükçü olmasını ve bireyi ön plana almasını istiyoruz. Güçlü olmayan kesimlerin hak ve özgürlüklerinin iyice formülize edilmesi ve bunların güvence altına alınması gerekiyor. Hükümetin ya da herhangi birisinin bu hakları çiğneyemeyeceği bir şekilde güvence altına alınmalı. Gazetecinin de, memurun da, işçinin de hakları güvence altına alınmalıdır.

Bu haklar tanınmadığı takdirde, devreye girecek yargı organı adil, bağımsız ve tarafsız olmalıdır. Öğrencinin öğrenim hakları güvence altına alınmalıdır. Öğrenim dışındaki hiçbir nedenden dolayı bir öğrenci, öğretim dışında bırakılmamalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini Cumhurbaşkanı’nın ve iktidarın seçtiği Adalet Bakanı’nın, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu başkanı olduğu bir sistemde demokratik bir anayasadan söz edilemez. Yapılacak yeni anayasa toplum içindeki çatışmalara çözüm bulmalıdır. Örnek vermek gerekirse, vatandaşlık tanımı yeniden yapılandırılabilir. “Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlı olan herkes Türk’tür” biçiminde bir vatandaşlık tanımı olamaz. Herkes böyle bir tanıma mutabık kalmayabilir. Bu konuya zorunlu din derslerini de örnek gösterebiliriz. Zorunlu din dersinin kaldırılması gerekir. Hiç kimse, bireyin temel hakkını gasp edemez.

“Bireyin özgürlük alanı genişletilmeli”

Faruk Bal

Anayasa Komisyonu Üyesi (Milliyetçi Hareket Partisi)

Devletin, milletin ve bireyin güçlü ruhu, temel kanunu olan anayasa yapımında eğer şirazeden çıkan bir anayasa ile karşı karşıya kalırsak o zaman bu üçü de riske girebilir. Sosyolojik açıdan, hukukî açıdan bir devletin çatı kanunudur. Bireysel özgürlük bakımından da her ferdin alanının, devletin müdahalesinin sınırlandırıldığı metindir. Türkiye, en çok anayasa değişikliği yapan ülkedir. Bu anayasaları yaparken en ağır bedelleri ödeyen ülkedir. Bu üçünün sonucu: Anayasa konusunda Türkiye en tecrübeli ülkedir. O zaman buradan Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) göre bir sonuç çıkıyor. Bizim kendimize bir anayasa yapmamız lazım. Kendi ürettiğimiz elbiseyi giymeliyiz. Rengini, şeklini biz beğenmeliyiz. Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olmak istiyor. Avrupa şunları yapacaksınız diyor. Türkiye’de anayasa tartışması oluyor ve anadilde eğitim, özerklik konuşuluyor. Dolayısıyla bir imparatorluğu kaybetmiş bir millet olarak buradan ders çıkarmamız gerekiyor. Tarih bize yol gösteriyor. Bu çöküşten, millet bir avuç Anadolu insanıyla bir kurtuluş mücadelesi veriyor. Bu kurtuluş mücadelesini kazanmışız ama binlerce şehit, binlerce gazi, binlerce yaralı.

Üniter ve milli bir devlet bütünlüğü tartışılmamalı. Her anayasa, devletin geleceği için yapılır. Devletin ve milletin bağımsızlığı, bağlılığı bu anayasanın ideolojisidir. İdeolojisiz Türkiyelilik, mozaik gibi kavramları alırsak o zaman bozulmalar olur. Dolayısıyla temel hak ve hürriyetlerin önündeki engeller kaldırılarak bireyin yani vatandaşlarımızın özgürlük alanları, evrensel standartlara ulaşacak şekilde genişletilmeli. Yaşama hakkı, seyahat hürriyeti, teşebbüs hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti gibi bunlara yeni eklenen sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, modern anayasaların geliştirmiş olduğu hak ve hürriyetlerde bizim anayasamızda olmalı.

Milletimizin her ferdinin temel hak ve hürriyetini garanti altına alan ve bu garanti sınırını da evrensel değerlere ulaştıran bir anayasaya kavuşurken, bu anayasa devletimizin üniter yapısını bozacak nitelikte olmamalı. Milletin bütünlüğünü bozacak nitelikte olmamalı. Bu anayasaya, herkes ne düşünüyorsa onu katmalı ve milli iradeyle ortaya çıkan anayasada herkes saygı duyabileceği, sadakatle benimseyebileceği bir metne ulaşmalı. İşte MHP olarak, bu anayasaya uygun çok geniş bir çalışma yaptık. Dünyadaki son dönemde yapılan anayasalar nasıl yapılmış, neler yapmışlar hepsini inceledik. Türkiye’de ortaya çıkan bütün anayasaları, anayasa taslaklarını inceledik. Camiamıza mensup bilim adamlarımız var. Onların görüşlerini aldık ve kendimize çizdiğimiz perspektif de bu.

Anayasanın nasıl yapılacağını mevcut durumda, mevcut anayasamız gösteriyor. Mevcut anayasayı tanımıyorum, ben de anayasa yapıyorum diyorsanız, o zaman hukukun dışında bir iş yapıyorsunuz anlamına gelir. Dolayısıyla bu anayasa, bugün yürürlükte olan kurallara göre yapılacak olan bir anayasadır. Bu kuralların başında da bugünkü anayasa gelmektedir. Bugünkü anayasa yapımında eğer bizim anlattığımız ilkeler dikkate alınırsa kurucu meclisin iradesinin değiştirilmeyeceği sonucuna varırız.

“Herkesin talepleri göz önünde buldurulmalı”

Altan Tan

Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi (Barış ve Demokrasi Partisi)

Altan TanMevcut anayasa, 1980 yılında yapılan darbenin ürününüdür. Demokratik bir anayasa değildir. Ülkenin ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır ve değişmesi gerekmektedir. Bu yüzden tam demokratik bir anayasa yapılmalıdır. Fakat yeni anayasa ne AKP’nin ne CHP’nin ne MHP’nin ne de BDP’nin keyfine göre yapılmalıdır.

Herkes yeni bir anayasa istiyor ancak kimse bir anlaşma sağlayamıyor. Anlaşılamayan konulara örnek vermek gerekirse, Kürtlerin anadilde eğitim ve bölgesel yönetim talepleri vardır. Kürtçenin, kamusal alanda Türkçe ile beraber kullanılmasını istiyoruz. Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde, bölgesel özerklik istiyoruz. Kürtçenin ikinci bir dil olarak kamusal alanda kullanılmasının ülkeyi böleceği söyleniyor. Fakat neden böleceği dile getirilmiyor. Dünyada birçok ülkede birden fazla resmi dil kullanılmaktadır. Güney Afrika’da 11, Hindistan’da 16 resmi dil kullanılıyor. Bundan dolayı yeni bir anayasa yaparken bir standardın olması gerekmektedir. Evrensel normlara uygun ve demokratik bir anayasa yapılacak deniyorsa, “Anadilde eğitim olmaz, bölgesel özerklik olmaz” diye bir şey söz konusu olamaz. Aynı örnek dini hak ve özgürlüklerde de geçerlidir. “Başörtüsü üniversitelerde serbest olsun ancak kamusal alanda yasaklansın” diye bir kural getirmek çağdışıdır. Bir kişiye, dört sene boyunca öğretmenlik okuyup mezun olduktan sonra, mesleğini yaparken başını açacaksın denmesi kabul edilemez. İnancından dolayı bir insanın kılık ve kıyafetine karışılmaması evrensel bir kaidedir. Aynı şeyler Alevi vatandaşlarımız için de geçerlidir. Aleviler cemevi talep ediyorlar fakat cemevinin ibadethane olup olmadığı tartışılıyor. Cemevinin ibadet yeri olup olmadığına sadece Alevîler karar verebilir, buna kimse karışamaz. Bir insanın dini ritüellerine, inancına ancak kendisi karar verebilir ve devlet buna karışamaz.

Bu yüzden tereddüt etmeden, cesurca yepyeni bir anayasa yapmamız gerekiyor. Kürtlerin, Alevîlerin ve tüm toplumun taleplerini değerlendirip ülke bölünecek korkusu güdülmeksizin bu işlerin yapılması gerekiyor.

Ancak bu konuda CHP ve MHP’nin yaklaşımlarında bazı sorunlar var. MHP etnik kimlik talepleriyle ilgili çok farklı bir tutum içinde bulunuyor. CHP ise laiklik söylemini en jakoben ve halkla çatışan bir biçimde benimsemiştir. Almanların Anayasası “Tanrı ve insanlar karşısındaki sorumluluğunun bilincinde olan birleşmiş Avrupa’nın eşit haklara sahip bir üyesi olarak, dünya barışına hizmet etmek emeliyle beslenerek özgün iradesiyle hareket eden Alman milleti kendi anayasa yapma yetkisine dayanarak iş bu anayasayı yapmayı kabul etmiştir” diyerek işe tanrıya saygıyla başlamaktadır. Dolayısıyla bizim tavrımız net ve çizgimiz bellidir. CHP ve MHP’nin de bu konudaki sıkıntılı yaklaşımlarını da düzelteceklerini ümit ediyoruz. Sayısal çoğunluğa sahip AKP’nin de anayasa yapım sürecinde, evrensel normlara uygun hareket edip etmeyeceğini henüz bilemiyoruz. Zamanla göreceğiz.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/1031
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Türkiye yeni anayasa yolunda

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yılın Basın Fotoğrafları 2023 ödülleri sahiplerini buldu

Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) Yılın Basın Fotoğrafları 2023 ödülleri, törenle sahiplerine verildi. İLEF mezunu Uğur Yıldırım bu yıl dört kategoride aldığı beş ödülle en çok sayıda ödüle layık görülen gazeteci oldu. Bu yılki "Yaşam Boyu Onur Ödülü" de deneyimli gazeteci Coşkun Aral’a verildi. Yıldırım ve Coşkun, düşüncelerini Görünüm'le paylaştı.

Kapat