6 Kasım 2024, Çarşamba - 22:48

  • google plus
  • twitter
  • facebook
  • rss

Çiğdem Toker: “Gazetecilik soru sorma gücüdür”

Tarih: 12 Eylül 2019

|

Kategori:

|

Yazdır

|

Okunma: 267

Yaptığı haberler için hakkında milyonluk tazminat davaları açılan gazeteci Çiğdem Toker, bir yandan yolsuzlukları araştırıyor, bir yandan gazeteciliği savunuyor. Toker, “gazetecilik bağımsız iş yapabilme ve soru sorabilme gücüdür” diyor.

Çiğdem Toker, günümüz gazeteciliğinin en önemli isimlerinden. Titiz belge incelemeleri ve arşiv taramalarıyla yolsuzlukların ve hukuksuzlukların peşinde. Toker ayrıca çevre ve doğa katliamlarının ve adaletsizliklerin de üzerine gidiyor. Öte yandan Toker’in haberleri tabii ki onun yanına kar kalmıyor! Hakkında açılan ve milyonlarca lira istenen davalarda gazeteciliği savunuyor Toker. Çok az gazetecide görülecek şekilde okurlarıyla da oldukça yakın temas halinde. Çiğdem Toker’le mesleğe başlamasından gazeteciliğin geleceğine kadar pek çok konuyu kapsayan bir söyleşi yaptık.

Hukuk mezunusunuz. Gazeteciliğe nasıl başladınız?

Hukuk fakültesini isteyerek seçtim, hukuk eğitimi almak da istedim. Fakat öğrencilik ilerlerken, gazeteciliğe başlayan bir okul arkadaşımın anlattıklarından etkilendim. ANKA ajansında çalışıyordu. Anlattığı ortam heyecan vericiydi. Gazetecilik bağımsız iş yapabilme gücü hissettirdi. O nedenle seçtim. 20’li yaşların başında ANKA Ajansının kapısını çaldım. Gazetecilik yapmak istediğimi söyledim. Söyleyiş o söyleyiş. Orada kültür sanat muhabirliği yaptım. Öte yandan da gazete ve dergilerin çok okunduğu bir evde büyüdüm. Bu da benim şansımdı. Annem ve babam öğretmen ve iyi gazete okurlarıydı. Anadolu Ajansı’nda yargı ve adliye muhabirliği görevi verildi. O süreçte özelleştirme politikalarının yeni başlamış olması ve bunun muhalefetçe yargıya taşınmış olması da alanıma girmişti. Özelleştirme davalarını izliyor olmak sonrasında bana ekonomi muhabirliğinin yolunu açtı. Ekonomi muhabirliği hiç aklımda yoktu ama öyle fiili bir durum oldu.Yazdığınız yazılar kadar hakkınızda açılan davalarla da biliniyorsunuz.

Davalarınız ne durumda?

Şu anda toplam dört davam var. Tamamı tazminat davası. Özel şirketler, kamu sermayeli şirketler ve vakıfların açtığı davalar. İkisi aynı holdinge bağlı şirketler tarafından, biri PTT Genel Müdürlüğünce diğeri de T3 Vakfınca açılan davalar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin vakıflara desteğini yazdığım yazıların ardından açıldı o da. Yazımda kullanmadığım biri ifade kullanmışım gibi gösteriliyor üstelik. Bunlarda hapis cezası değil,  tazminat  isteniyor fakat hapis cezasıyla da yargılandığım oldu. Kadir Topbaş bir suç duyurusunda bulunmuş, hapis cezası talebiyle yargılanmıştım. Damadı Ömer Faruk Kavurmacı da yine 1 milyon liralık dava açmıştı. Nedense bana  açılan davalar yüksek tutarlı oluyor. Bayburt Grup’un iki şirketinin açtığı davaların ikisi de 1 buçuk milyon liralık yani 3 milyon istiyorlar. PTT 50 bin lira istiyor, T3 Vakfı 80 bin lira istiyor, ikisi tazminat davaları özelinde daha makul ve anlaşılabilir ama diğerleri daha astronomik.

 “Şirketler dokunulmazlık kazanmak istiyor”

Benden talep edilen tazminatların, açılan davaların özü korkutmak ve yıldırmak. Duruşmada da söyledim. Bizim davamız özelinden bütün gazetecilere, genç meslektaşlara mesaj verilmek isteniyor. Şirketler de artık dokunulmazlık kazanmak istiyor, toplum nezdinde sorgulanmak istemiyorlar. Oysa şirketlerin kamu ile girdiği mali ilişkilerin sorgulanması gazeteciliğin görev alanındadır.

Basın özgürlüğünün durumu ortada, Türkiye, her sene basın özgürlüğü endeksinde sürekli geriliyor. Hangi nedenlerle gazetecilik yapıyorsak ya da gazetecilik evrensel olarak hangi nedenlerle yapılıyorsa, Türkiye’de basın özgürlüğü o nedenle yok. Ne demek istediğimi biraz açayım. Gazetecilik, gücü elinde tutanların faaliyetlerinin ve yaptıklarının, toplum, kamu adına mali kaynakların, kamu kaynaklarının, bütçe aygıtlarının ve devleti devlet yapan diğer aygıtların sorgulanması ve denetimi değil midir? Gücün tek merkezde toplanmasına paralel olarak basın üzerine baskılar, sansürler, erişim yasakları, hukuki ve mali, cezai kontroller de artıyor. Gazetecilik  20 yıl öncesine göre daha da cesaret gerektiren bir işe dönüştü.

Geçmişte de öyle değil miydi?

Gazetecilik  her zaman zordu, kendine has güçlükleri vardı. Çünkü aynı zamanda hem fiziksel dayanıklılık ve kapasite. Hem de bilişsel  bir kapasite, ardından sürat, yüksek empati duygusu. Bu özellikleri bakımından hiç kolay olmadı. Ama otoriterleşme artıp medyaya yönelik kuşatma yoğunlaştıkça gazetecilik  korkulacak ve cesaret gerektiren bir işe dönüştü.  Benim hissiyatım öyle değil ama öyle algılanıyor. Bunun sebebi de soru sormak. Bahsettiğim gibi gazetecilik, bağımsız iş yapabilme ve soru sora-bilme gücüdür. Haber kaynaklarıyla ve sizi yöneten insanlarla dikey bir hiyerarşi içinde değil de eşit bir ilişki kurarsınız, soru sormak böyle bir güçtür gazetecilikte. Giderek azalan ve zorlaşan gazeteciliğin bu niteliği. İktidara yakın durmayan gazetecilerin hayati pek kolay değil bilindiği gibi. Şimdi bazı kurumlarda WhatsApp grupları kurularak kamudaki danışmanlarla o alanı izleyen muhabir arkadaşlar arasında belirleniyormuş sorulacak sorular. Korkunç bir şey. Bu ortamda gazetecilik hakkıyla yapılamıyor.

Bizim paramızı harcadıkları için göz önünde olması gerek

Ben ağırlıklı olarak ekonomi gazeteciliğinden geldiğim için, bir sürü eksiği ve sorunu vardı ama ana akımın görece güçlü olduğunu gördük ve yetiştik. Kamu ihalelerinin basına açık yapıldığı, kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığı, nasıl dağıtıldığıyla hep ilgili oldum, aradan seneler geçti ama hala ilgiliyim ve bu muhabirlikle başladı. Parlamenter rejim bitip gücün tek elde toplandığı partili cumhurbaşkanlığı gibi sistem değişikliğinde bu kamu kaynaklarının dağıtımı meselesi çok daha önemli hala geldi. Çünkü saydamlık ve hesap verilebilirlik gibi bir derdi yok artık yönetenlerin. Eskiden mükemmeldi anlamında değil. Bu dönem kamu kaynakları adeta yağmalanıyor. Öte yandan toplumda bu meselede de yüksek bir farkındalık olduğunu söylemek kolay değil. Toplanan vergilerin nasıl harcandığı, nerelere gittiğiyle ilgili kaygı duyan demokratik bir bilincin çok geliştiğini söyleyemeyiz. Bu konuda ısrarlı ve biraz da takıntılı bir çabam var. Bizim paralarımızı harcadıkları, kamu kaynaklarını harcadıkları ve bizden yetki aldıkları için bu ihalelerin, kamu alımlarının, mal ve hizmet alımlarının bütün kurumlarda halkın gözünün önünde olması gerektiğini düşünüyorum.

“Çıkar odakları dikensiz gül bahçesi ister”

Aslında bu zaten bir hukuk devletinin normu, tartışmaya gerek bile duymamamız gereken. Bir bütçe oluşturuluyor her sene, o bütçeden yapılan harcamalara bakıyorum. Bana açılan davalar oluyor 1 buçuk milyon liralık sürreal davalar açıyorlar. Bu davalar açılırsa bundan vazgeçeceğimiz sanılıyor, yıldırma amaçlı şanslarını deniyorlar. Bu tür sıkıntılar oluyor. Dikkatli olmam söyleniyor bana ama çok ciddi ve büyük bir şeyle karşılaşmadım. Çıkar odakları dikensiz gül bahçesi isterler. Gazetecileri önlerinde bir engel olarak görüyorlar, sorgulanmaktan rahatsız oluyorlar.

Meslek yaşamınızda okurlarla temasınız, ilişkiniz ne düzeyde oldu bugüne kadar ya da nasıl oluyor, gazetecilik bakımından bir anlamı var mı sizin için okurlarla temasınızın?

Olmaz olur mu, tabii ki var, okurlar ulaşıyorlar mesajlarla. Bu iletişim trafiği artık çok çeşitlendiği ve geliştiği için mesajlarla, telefonla, maille güzel mesajlar alıyorum. Bunların bir kısmı sevgi, saygı gibi aradaki güzel bağı ileten, paylaşan şeyler.

Bazen gözden kaçmış bir tashih oluyor mesela, onu uyaran okurlar oluyor, onlar da hoşuma gidiyor. “Orada o harfi değil de şunu kullanmanız lazım, kesme işareti şöyle olmalı” gibi. Bir de yazmasalar bile güçlerini hissediyorsunuz okurların. Okur biziz aslında, bizim yakınlarımız, annemiz, babamız, kardeşimiz, komşumuz. Okur, toplumun dışında birisi değil. Hepimiz gibi ve herkes gibi okur da karşısındaki gazetecinin ne yaptığını ya da ne yapmadığını biliyor ve görüyor. Yani bir haberi nasıl yazdığını. Ben hayretler içinde kalıyorum bazen, yaptığım bir haber için, yaptığım araştırmaları ya da baktığım yerleri tahmin ettiğini ya da bana söyleyen ya da şurada şu olsa diyen okurlar oluyor mesela. Şu hesap şurada biraz eksik kalmış, bu hesaba şunu da katsak iyi olmaz mı diyenler oluyor mesela, onlar çok hoşuma gidiyor. Ya da içinde bulunduğu kurumdan artık o kadar rahatsız ki, o kurumla bağını koparacak radikalliğe bir karar alma olanağı da yok.  Vicdanlarını rahatsız eden kimi gelişmeleri paylaşıyorlar. O güven sayesinde siz de ülkenin bir yerindeki bir sorunu daha iyi görebiliyorsunuz.

Ankara gazeteciliği üzerine neler söylemek istersiniz?

Ankara gazeteciliği ana akım ile birlikte anılması gereken, onunla gelişen bir olgu. Devleti var eden temel kurumları, liderleri onların faaliyetlerini takip etmek ve onları haberleştirmek. Parlamento, yargı ve siyasi partiler. Eskiden Başbakanlık muhabirliği vardı sözgelimi.  Bu alanları sürekli izleyebilmek için düzenli çalışan bürolar gerekiyor, bu bürolar için de güçlü Ankara büroları olan gazeteler gerekiyor, bu bir zincir. Şimdi ana akımı oluşturan medya kurumları ortadan kalktıkça tahrip oldukça Ankara büroları da kaçınılmaz olarak zayıflıyor. İhtiyaç olmaktan çıkıyor çünkü. İhtiyaç kalmayınca da Ankara gazeteciliği de ister istemez olumsuz etkileniyor. Bu realiteye eşlik eden diğer çok önemli gelişme de siyasi sistem değişikliği oldu. Kuvvetler ayrılığının istendiği gibi olmasa bile öyle ya da böyle işlediği, Başbakanlığın olduğu bir yapı içerisinde gazetecilik yapmak farklıydı. Ankara gazeteciliğini mevcut koşullarda değiştiren çok sayıda faktör mevcut.

Önemli olan temas ve mesafe

Gazeteci-haber kaynağı ilişkisi çok tartışılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önemli olan temas ve mesafeyi sağlayabilmek. Temas ve mesafe. Batı standartlarındaki gazeteciliğin geliştirdiği bir kavram. Bu ilke çok önemli, Gazetecinin haber yapmak için habere yakın olması gerekiyor, kaynağa da yakın olması gerekiyor çoğu kez. Kaynakla yan yana geliyorsunuz. Diyelim parlamento muhabirliği; haberi alıyorsunuz, yazıyorsunuz. Her iki tarafın da her zaman belli bir mesafeyi koruması gerekiyor. Bu hem haberin sağlığı ve güvenilirliği için hem mesleğin saygınlığı hem de etik değerleri koruyabilmeniz açısından gerekli bir şey. Yani haber kaynaklarıyla olabildiğince çok fazla senli benli, çok rahat ilişkilere girmemek gerekiyor. Gazeteci kaynakla bir uçakta, bir salonda, sokakta yan yana gelebiliyor, hemen soru sorabiliyor, sosyal bir ortamda bir araya gelebiliyor. İşte bunun bir yanılsama yaratmaması gerekiyor. Yani gazetecilikte, aynı ortamda bulunduğu için gücü de paylaşıyor illüzyonu yaratma ihtimaline hiç geçit vermemek gerekiyor. Bu tehlikeli bir şey gazetecilik açısından. Bilinçli bir şekilde kaçınmak gerekiyor. Aksi takdirde bağımsızlığınızı ve özgürlüğünüzü muhafaza edemezsiniz. Bence gazeteciliği benzersiz kılan şey; bir, yaptığınız şeyin sonucunu çabuk almak, ikincisi hakikaten toplumsal bir iş yapıyor olmanız ve çok hızlı bir şekilde yapıyor olmanız, diğeri de gücü elinde tutanlara soru sorabiliyor olmak. Bütün özellikler bir araya gelince bahsettiğim güç yanılsaması doğabilir. Ama bundan hep kaçınmak gerekiyor. Zira gazetecilik bağımsız yapılabildiği ölçüde hakkı verilebilen bir şey.

Okurlar daha çok sahip çıkmalı

Davalar başta olmak üzere, gazeteciler arasındaki dayanışmayı nasıl görüyorsunuz?

Gazeteci davaları ve yargılamaları ağırlıklı olarak İstanbul’da, Ankara’daki davalar azınlıkta kalıyor. İstanbul’da da bir dayanışma ağı var, o iyi geliyor.  Dayanışma, yan yana durabilmek çok önemli. Keşke bu destek yalnızca mesleğin içiyle sınırla kalmasa. Keşke okurlar daha çok sahip çıkabilseler gazetecilere ve muhabirlere. Dayanışma ve örgütlenme daha güçlü olabilir tabii. Gazetecilik açısından daha güçlü bir sendikal örgütlenme, sarsıcı etkiler doğurabilirdi. 90’larda kırılan dağılan o yapı, birçok nedenden dolayı yeniden yaygınlık kazanamadı. Dayanışma çok önemli ama içinde bulunduğumuz korku iklimi nedeniyle insanlar dayanışma göstermekten bile çekiniyor. Bir geçmiş olsun demek, iki satır bir şey yazmaktan dahi çekinenler var.

İnsanlar ifade ve basın özgürlüğüne sahip çıkmalı. Daha çok konuşup daha çok kendilerini ifade etmeliler. Sadece gazeteciler değil akademisyenler de avukatlar da öğrenciler de cezaevlerinde. Cezaevinde olmayanlar ciddi boyutlarda ayakta kalma savaşı veriyor. Ama sesleri çok duyulmuyor medyanın bu daralan yapısı dolayısıyla. Yani biz kendimizi ifade edebildiğimiz ölçüde biziz, insanın diğer canlılardan öyle ayırt edici bir özelliği var, o yüzden biraz daha yürekli olunabilir. Tiyatro mesela yani çok farklı yolları var, müzik, tiyatro, sanat, edebiyat, mektup, resim, karikatür gibi çok yolu var ifade özgürlüğünün. İnsanın sesini duyurması, sesini yükseltmesi, ben varım burada demesi, varım burada diyenlerin yan yana gelebilmesi kuşkusuz önemli. Çünkü tarih böyle bir şey, tarih itiraz edenlerin, sesini yükseltenlerin söyledikleriyle yazılıyor.

Ana akımdan dışlanan, orada yer verilmeyen gazetecilerin daha çok internete yönelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Ana akım gazeteciliğin bitti mi?

Ana akımın ne olduğunu bir düşünürsek nerede olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Ana akım, ister kamu yayıncısı olsun ister özel bir yatırımcı olsun daraltılmış bir hedef kitleyi değil de olabildiğince daha çok geniş kitleye seslenmeyi erişmeyi hedeflemiş kurumları ifade ediyor. Bir değer atfetmeden, “aşırılıklar”, “İdeolojik bakışların olabildiğince az olduğu”, ortalama beğeniyi, ortalama zevki, isterseniz vasat deyin esas alabileceğiniz iletişim kuruluşları ve yayıncılık kuruluşları ana akım. Ana akımın sermaye ve siyasi boyutu var.

İnternette temel sorun haberin güvenilirliği

Geldiğimiz noktada sıfırdan bir ana akım kurum yatırımı yapmak zor, hatta imkânsız görünüyor. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde çok ciddi bir yatırım. Habertürk gazetesi 2008 yılında kuruldu, 2018 yılında kapandı. En yeni gazete Habertürk’tü ve matbaa yatırımıyla birlikte 10 sene bir ömrü olabildi. En büyük ana akım olarak görece bilinen Doğan Medya Grubu da bir sene önce el değiştirdi. Meselenin hem siyasi hem de ekonomi boyutu var, dolayısıyla eskisi gibi bir ana akımı sıfırdan yaratma kapasitesi çok görünmüyor. Zaten haberciliğin de dijital mecraya kaydığı daha çok söyleniyor. Ben çok sıcağı sıcağına izleyemiyor olabilirim ama dijital habercilik açısından çok yenilikçi hem finansman modelleri hem mecra modelleri düşünülüyor, tartışılıyor. Dolayısıyla medyadaki geleceğin aslında çoğunlukla belirsiz olmakla birlikte dijital mecrada ve yayıncılıkta olduğunu söylemek mümkün görünüyor. Zaten bu gözünüzün önünde görünür bir şey, en muhafazakar, en otantik gazetelerin bile artık birer internet sitesi olduğunu ve oradan habercilik yaptığını düşünürseniz, bu bir realite, bunu konuşmamıza bile artık gerek yok. Ama şöyle bir sorun var, sesleri duyurmak, haber alma hakkını sağlamak, gazeteciliğin yaşaması açısından dijital mecraların yaygınlığı önemli. Oradaki temel sorun ise haberin güvenilirliği. Bundan ne kadar eminiz tartışılması gerekiyor.

5N1K diye bildiğimiz temel haber kriterlerinden sınavı geçiyor mu, güvenilir mi? Artık sahte, kurgusal, manipülatif haber üretimi eskisine göre hem çok kolay hem çok “kullanışlı”. Böyle kendine has sorunları olan bir dönemdeyiz biz. Yoksa çok müthiş bir mecra tabii, birçok okuru olan yazarlar var, o yazarların eski kurumlarıyla bağları şu ya da bu nedenden dolayı kesildiğinde kendi mecralarını oluşturup sözünü yine söyleyebiliyor. Bir gazeteye, dergiye matbaada basılan bir şeye ya da patrona bağımlı değilsiniz.

İnternet gazeteciliği değiştirdi

Olumlu yönde bir değişim olarak görüyorsunuz anladığımız kadarıyla. Yeni iletişim teknolojilerinin gazeteciliğe etkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Ben gazeteciliğe başladığımda sadece daktilo ve telex vardı. Bizim kuşak olarak enteresan bir durumumuz var. Seksenli yıllarda dört beş büyük devasa makinenin yaptığı ve uzun uçak yolculuğuyla yapılanları telefonla yapabiliyoruz artık. İnternetin, gazeteciliği kaynak erişimi açısından kolaylaştırdığını görmemiz gerekiyor. Ama bu da belli bir uzmanlaşmayı, yoğunlaşmayı, daha çok özen göstermeyi gerektiriyor. Kurumlar artık tablolarını, verilerini yayınlıyorlar, Maliye Bakanlığının bütçe verilerini görebiliyorsunuz, TÜİK’ten istatistikleri görebiliyorsunuz, eskiden bunlara ulaşmak, bu rakamlara ulaşmak kolay değildi, çok zordu bu verilere ulaşmak. Birçok telefon etmeyi, birçok fiziksel olarak ziyarete gitmeyi, randevu almayı falan gerektirirdi. İnternet, gazetecilik yapma pratiklerini de değiştirdi, daha kısa zamanda daha çok veriye ulaşabiliyorsunuz. Akan ve olay yerinde olmayı gerektiren haberleri kast etmiyorum. Onun yeri her zaman başkadır, çok başkadır. Ona bakılırsa ben Reyhanlı Katliamına da gittim, Ezidi Göçünü de yerinde gördüm. Ne yazık ki 10 Ekim Katliamında da ordaydım. Soma Katliamında da ertesi gün oradaydım. Bütün yakın tarihimizdeki büyük olaylara gittim, yerinde oldum, o ayrı bir şey ama gazeteciliğin bu tarafına baktığımızda internet, gazetecilik pratiğini kolaylaştırdı.

Haberi Duyur

Kısa Adres: http://gorunum.tk/24488
Yol: Ana sayfa » Yazılar » Çiğdem Toker: “Gazetecilik soru sorma gücüdür”

Yorumla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde Ankara’daydı

Eskişehirli kadın çiftçiler, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nü Ankara’da çeşitli etkinliklerle kutladı. Anıtkabir’i ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkent Kalkınma Projesi’ni ziyaret eden çiftçiler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılan forumda kürsüden seslendi: “Çiftçi doğduk, çiftçi öleceğiz.”

Kapat